BLOGGER TEMPLATES AND TWITTER BACKGROUNDS »

28 Haziran 2009

leech der ki

boşlayasım geliyor bugün dünyayı
aya gözlerimi kırpıp
güneşle aydınlık yarışına giresim geliyor bugün
çimlerde amuda kalkıp
civcivlere yumurta akı yediresim geliyor
ayakkabılarımı bağlamadan çıkıp
güneş gözlüğümü atasım geliyor bugün
telefonlara çıkmayıp
bilmediğim bir evin altındaki ağacın gölgesinde uyuyasım geliyor
noktalama işareti kullanmadan yazı yazasım
100 gr toblerone a yumulasım geliyor bugün
hesapsızca yaşayıp
nefes almaya çalışasım geliyor bugün

aklımda yoksun bugün
getiresim gelmiyor seni

giderken

gidip geliyorum. ''gitmek ve kalmak''ın hesabını hiç bu kadar yapmamıştım. gerçekten zor. çok insan var, çok olay , çok gürültü, çok kavga var. aile var, dostlar var, arkadaş dediğimiz kimseler var. başa çıkmak gerçekten zor. dünya saygısız yetişiyor, dünya meraklı, dünya acımasız. dünya; ''rahat bırak beni'' dediğinde inadına rahatsızlık gören insanlarla dolu.
çok kalabalığız, o nedenledir ki karambole gidiyoruz her birimiz. nefes alabilmeyi bir lütuffuş gibi sunuyorlar önümüze. çünkü bu karmaşada nefes alabilmek gerçekten imkansız.
''seni anlayabiliyoruz'' diyen bir ailem olmasını isterdim. yanlız kalmaya ihtiyacım olduğu anlarda üzerime gelmeyi bırakıp içime gömülmeme karşı çıkmayacak bir aile. fazla meraklı olmayan, hayatımın iplerini sorgusuzca elime verebilen bir aile. seçimlerime kulp takmayacak, iyi de yapsam kötü de yapsam beni terk etmeyecek bir aile.
zor olduğunu biliyorum. hatta inkansız olduğunun farkındayım. dünya bu kadar kötüyken ailemin önyargısız olamayacağının farkındayım. gitmeyi bu yüzden istiyorum işte, gidemeyeceğimi bilsem bile. ama duvarlarla o kadar ağlaşıp durmuşken bu berbat halimle gitmeye kalksam beni kim yanına ister? ve onların önyargısız olup olmadıklarını nerden bilebilirim ki?
duvarlara sesleniyorum; ''elimden birşey gelmiyor dostlarım, aranıza katılmayı beceremiyorum. eğer yapabilirseniz, beni içeri çekmeyi deneyin.''
çok geçmeden aralarına alıyorlar beni.ve ailem dikiliyor karşıma; ailem saygısız, ailem meraklı, ailem acımasız. kaçtığımı söylüyorlar, kızıyorlar bana. tepki veremiyorum onlara. duvarlar tepki veremezler çünkü. duvarlar konuşamaz, duvarlar nefes alamazlar. -''sadece biraz rahat bırakmanızı istemiştim sevgili ailem..''

hesaplaşma

cezalarımızı çekiyoruz her birimiz. pişman oluyor, dönüş yolunu bulamıyoruz. alışkanlıklarımızdan kolay kolay vazgeçemiyoruz. kötü alışkanlıklarımız gözlerimizi kör edip koyuluyorlar işlerine. yıkmak için didinip duruyorlar köprülerimizi.
neden yanıyor canım diye düşündüm bugün çok defa. ne yapmıştım ki ben bu kadar kötü? aklıma neden gelmiyor diye didik didik ettim zihnimi. sonra duraksadım bir an. göz kapaklarımdan içeri birkaç anı süzüldü. önce inanamadım. rüya mıydı? yoksa seni aldatmış mıydım ben? o adam sen değilsen kimdi? neden yapmıştım ki? dahası, sonrasında aklıma gelmeyecek biriyse..neden?
alışkanlıklarımız pişmanlıklarımızı beraberinde getiriyor çoğu zaman. belki haberin olmadı, belki umursamadım, bilemiyorum.. gerçek olan, biz'e yaptığım kötülüğün cezasını çekmiş olmam. meraklanma, artık lanetler yağdırmıyorum sana. ama her şeye rağmen mutluluk da dileyemiyorum, nedensiz..hala yanıyor canım çünkü. bencilliğimden vazgeçemem, söz konusu sen olunca. -affet.

27 Haziran 2009

park aşıkları

şabaha karşıydı. kalktım yine, park aşıklarını karşılamak için düştüm yollara. sitem edecektim onlara. namus dersi vermeye kalkacaktım. ben o adamların altına yatan hatunlardan daha masumdum ya sanki..sanki günler öncesinde aynı parkta usulca sevdiği adamın koynuna sokulan ben değildim..hayat dersi mi verecektim o aşıklara? küfür mü edecektim? ''hey kaltak, haberin yok iki gün sonra kıçına tekmeyi yiyeceksin, o seni becerdiğiyle kalacak.'' mı diyecektim? utanıyordum kendimden. aynalardan kaçıyordum yine. insanlardan kaçıyordum..gerçeklerden kaçıyordum aslında ben. bana gerçek yüzümü gösterecek herkesten ve herşeyden kaçıyordum. o parka uğramadım bir daha. aşıklarla hiç konuşmadım. aylar sonra geri dönmeye çalışan, beni unutamadığını söyleyen senle bile konuşmadım. çok geçti artık. hayatımdan çok şey aldın gittin sen. bari kalanlar işe yarasın, bırak.

ay ışığı

doğruluyormuşum bir anda yatağımdan, gecenin karanlığında. yine seni görüyor, yine soluksuz kalıyormuşum. alelacele tüm terimi yastığa siliyor, ay yine beni bekliyor diye geçiriyormuşum içimden. ay gece hep aynı saatte, aynı rüyayla uyandırıyormuş beni. anında kalkıp balkona çıkıyormuşum. ay'a kendimi gösterip içini rahat ettiriyormuşum. biliyormuşum ki; sen de aynı gecelerde, aynı saattlerde, aynı rüyayla uyanıyormuşsun. benimle aynı anda kendini dışarı atıyor, aynı ay'ı paylaşıyormuşsun. gecenin o saati, ay; evrene inat tüm hareketini kesip duruyormuş bizim için. biz, kimsenin bizi rahatsız etmediği o saatte birbirimizi yaşarken; ay da bizi yaşıyormuş usul usul. o saatlerde tüm evren uykuya gömülmüşken; sen, gerçekliğe dair ne kadar kural varsa hepsini yok sayıp yanımda beliriveriyormuşsun. gecenin karanlığı tüm utangaçlığını alıp götürüyormuş. sadece arzun kalıyormuş yanında. hiç gözlerini kaçırmadan dikkatle süzmeye başlıyormuşsun her noktamı. kendimi hemencecik kollarına bırakmak istiyor, ama bir o kadar da korkuyormuşum. bir anda yaşayıp tüketmek istemeyecek kadar vurgunmuşum sana. yavaşça ellerini hareket ettiriyormuşsun. yavaşça.. önce ellerinle sonra dudaklarınla okşuyormuşsun titreyen dudaklarımı. kulağıma anlamsız şeyler fısıldıyormuşsun; başka bir dildenmişçesine. anlayamadıkça çıldırıyormuşum. anlatmaya çabalamıyor, yavaşça diğer elini de oynatıyormuşsun yerinden. belimden başlayarak yukarılara doğru usulca kaymaya başlıyormuş elin. içim gıcıklanıyor, kendime hakim olabilmem gitgide imkansız bir hal almaya başlıyormuş. şeytana uymak istiyormuşum o gece. masum küçük kız rolümden sıyrılıp, sana minik bir armağan bırakmak istiyormuşum ay ışığında..

26 Haziran 2009

yoldaşıma

uyan! söz ver bana. gömülme içine, sen farklı ol. dostum ol, sevgilim ol, ailem ol. ama uyan artık! sen bana öğüt vermeyen tek kişisin, beni dinlemekten zevk alan tek kişi. bize bunu yapma. uyuduğunu biliyorum. uyumuyor olsan arardın beni. seni tanıyorum ben. yalanı sevmezsin, aldatılmayı sevmezsin. ben azıcık yalancıyım, bazen aldatırım, evet. ama sen beni öyle bir sardın ki, başka birini istemedim hiç. hiç eksik bırakmadın beni. aksine her boşluğumu tamamladın, hatta onardın bile. kanımı kuruttun, akmasın diye. her yerim yaraydı çünkü; kurumasaydı kanım, göçüp gidecektim buralardan. beni hayatta tuttun. beni sana bağımlı yaptın. şimdi uykuya dalma vakti değil yoldaş..uyan!

sıradan

sıradan bir gündü, yine odanın penceresinden gözlerini dışarı dikmiş kararmaya yakın gökyüzüne bakıyordun. azar azar görünmeye başlayan aya bakıp birşeyler mırıldanıyordun kendi kendine. yine hayatını alt üst eden o ikiliyi düşündün; en çok sevdiğini ve en çok canını yakanı. hoş hepsi yakmıştı canını. ama sen canını ilk yakanı unutmak için gözlerini açıp çevrene baktığın sırada görmüştün o'nu. sen çok yaralıydın, o çok yumuşaktı. o'nun sana hiçbir kötülüğü olamazdı ki..senden fazladan hiçbir şey istemeyecek kadar iyi kalpliydi. değil miydi? hep kendini mi kandırmıştın yoksa? sadece işini iyi bilen biri miydi, yoksa gerçekten seni önemsiyor muydu?

sen o'nu istiyordun. zamanında birileri de seni çok istemişlerdi gerçi. ama sen ilgi duymamıştın hiçbirine. kural belliydi çünkü; kaçan kovalanırdı. boşa kürek çekiyordun, kovalayan olduğun sürece hiç şansın yoktu senin.

kimse en çok istediğine erişemedi bu dünyada. biri karşısındakini isterken diğerinin gözü arkasındakine kayıyordu. aslında ikisi de birbiri için yanıp tutuşurken hep başkalarından yardım alarak doymaya çalışmaları aşklarının içine etmekten başka bir işe yaramadı. yüzyıllardır sürelen ''kıskandırma'' dedikleri olay kişileri kıskandırmaya yettiyse bile hiçbir zaman aşklarını ''yok'' etmekten daha iyi bir sonuca ulaşamadı. çünkü insanların göz önüne almadığı, unuttukları ve aslında varlığını da yok saymak istedikleri bir gerçek vardı; insanlar ''gururlu'' yaratıklardı. ve gurur, en büyük aşkı bile tehdit edebilecek kadar güçlü bir silahtı.

..

söndür ışıkları.yanına geleceğim. o kadar utanıyorum ki senden, ışıkları söndürmen gerek. hem yalnız gelmek istiyorum. siyah saçlı kız kayboluyor karanlıkta. o kadar güzel ki, onu çok kıskanıyorum senden. uzak durmalı bizden.

siyah saçlı kız, elimden aldı herşeyi. çok şey çaldı benden, çok kanattı ellerimi. o kadar güçlü ki, her defasında itti beni karanlık kuyusuna. bana hiç acımadı. kimselere duyuramadım sesimi.

kaltak, gözüne kestirdi seni de. seni de elimden almazsa rahat edemeyecek. karşıma geçip sokuluyor sana. o kadar usta ki oyununda, farkına bile varmıyorsun kucağındakinin ben olmadığıma. haykırıyorum ''kanma ona!'' diye, ''ne olur aç gözlerini!''. ama sağır etmiş seni, öncekilerde de yaptığı gibi. duyuramıyorum sesimi. elimden kayıp gidiyorsun..

21 Haziran 2009

başkası

başkasına baktım dün.başkasına dokundum ellerimle. başkasını yaşamaya çalıştım. seninle paylaştığım ne varsa başkasıyla da paylaşabilirdim. başkasıyla da gülümseyebilirdim. denedim. seni aklıma getirmemek için savaşıp durdum kendimle. nefes almaya korktum başkasının yanındayken. başkasının kokusu midemi bulandırıyordu çünkü. ufacık bir an seni düşünsem boğazımdaki yumrulara ve zor tuttuğum gözyaşlarıma engel olamayacağımdan korkuyordum başkasının yanında. eğer ağlarsam kendime verdiğim onca sözü denize atmış olacaktım. ama kör olmuştu bir kere gözlerim. ne kadar kayıp verecek olsam da umursamıyordum. gözüm karaydı. kendimi derin bir nefes çekmek için hazırladım. tekrar ellerimle dokundum başkasına. korkuyordum çokça. ve kokunu ciğerlerime çekmeyi umarak derin bir nefes aldım yine başkasının yanında. nasıl anlatırım hasretimi? ne desem? ne yapsam? öleceğimi mi sandım? kokunu bir daha alamamaktansa ölmek daha iyi değil miydi? o kadar güçsüz bırakmıştın ki beni..nefes alamıyor,konuşamıyor, düşünemiyor olmuştum. ''başkaları''ndan oluşan bir hayatım vardı artık. yarı canlı yaşam mücadelesi verecektim. girdiğim her ortamdan gizlice yok olmak isteyecektim. çok defa otobüse atlayıp evinin önüne gelecek, kapıların kapalı olduğu o balkona bakacaktım. evin içini gözlerimde canlandırıp beni içeri daver etmeni bekleyecektim. başkalarının yanında hep anılarımızdan bahsedecektim. her lafımın sonu sana geliyordu çünkü. insanlar benden sıkılacak, beni hayatlarından çıkarmak isteyeceklerdi. ama hiçbiri bir halt bilmiyordu işte. hiçbirinin karşısına adını haykırmak isteyeceği biri çıkmamış, hiçbiri akıttığım gözyaşlarımın sonsuzda birini akıtmamıştı. hiçbiri hissetmeyi öğrenmemişti. hiçbiri kendi olamamıştı yaşarken. hepsi birbirinin taklidiydi.

bense kendime özgü yaşadım hep. kimseden ilham(!) almadan, sadece hislerimin beni yönlendirmesine izin verdim. insan doğasına ait her duyguyu tatmaya çalıştım. ''hiçkimseler''in yadırgamalarına kulaklarımı tıkayıp kendi yolumu çizdim. o hiçkimseler çok defa bomboş hayatlarıyla benim hayal kırıklıklarıyla da olsa dolu dolu olan hayatımı kıyaslamaya çalıştılar. hepsini susturdum ben. anılarımdan asla vazgeçmeyerek devam ettim yoluma. hala ağlıyorum belki. belki geçmişimi geri istiyor, küçük bir çocuk gibi mızmızlanıp ''hani ağlamak en büyük silahtı?'' diye sayıklıyorum. gözyaşlarıma dayanamayıp geçmişimin bana geri dönmesini bekliyorum. hala bir karış suda çırpınıp duruyor, geçmişin beni bıraktığını kabullenemiyorum. ''o kadar güzeldi ki'' diyorum kendi kendime her defasında. ama yapacak bir şeyim kalmadı artık. bütün ''son koz''larımı tükettim ben. artık ''akışına bırakmak''tan başka çarem kalmadı sanırım. akışına bırakıyorum hayatımı, bir müddet nefes alamama pahasına da olsa..

20 Haziran 2009

aynalar

inanmadın bu dünyaya sen. gerçek olduğunu hiç düşünmedin. hep ''herşey yalan'' yalanıyla yönettin kendini. kendi doğruların bile olmadı senin. herşey gibi sen de yalandın çünkü. ne zor zamanlar gördün sen. ne insanlar tanıdın. her birine kendini tanıtmak için çabaladın durdun. tanıyamadılar seni..oysa ki farklı karakterlere sahip olduğunu düşünmüştün her birinin, olaylara verdikleri tepkiler farklı farklı olur sanmıştın. insanların aynı olmadığını düşünürdün çünkü her zaman. ama her tepkinin sonu seni aynı kuyuya sürükledi. kimileri çekti gitti hayatından, kimilerini sen bıraktın. çok lanet okudun onlara. kimisi üzüldü haline, kimisi umursamadı, kiminin bencillikte üstüne yoktu, kimiyse maskeli bir hiçlikti. çok kapıldın gittin sen, çok şey bekledin hep. her şeyden ders çıkarmaya karar verdin sonunda. bir daha ateşe atlamaman için temkin şarttı çünkü. ama ne dinlerdin ya dersleri de..sen kendine yol göstermeyi bile başaramadın. başkalarını takip ettin durdun hep. kayboldun sokaklarda. seni sürükleyenler kaçırdılar gözlerini teker teker. gözlerini dikmeye utandın sen de üzerlerine, hiçbir zaman kesişemedin onlarla. teğet geçti bütün hayatın. mutluluğu ıskaladın hep. pişmanlıkların zihnini kemirip durdu. bir adım önde başlasaydın, azıcık acele etseydin; mutsuzluk yerine mutluluğu tadardın belki. hayal kırıklıklarınla evcilik oynamaya kalkmaz, gözyaşlarını hapsedebilirdin belki..gülücüklerin süslerdi belki hayatını..

gözlerini kısıp uzaklara bakıyorsun şimdi. çok uzakta kalan umutlarınla avunuyor, hayaller kuruyorsun. kendini serbet bırakıyorsun, daha da tutsak olduğunu bilsen bile. gidenlerin pişman olduklarını ve geri dönmeye çabaladıklarını görüyorsun bulutlarda. bir tek bulutlar umursuyorlar çünkü seni. yeni dostların belliyorsun onları. onlar hiç çekip gitmiyorlar çünkü. hep gökyüzünden zihnine kayıveriyorlar. kaybetmekten korkan bir paranoyak olma yolundayken, önemsediğin bir şeylerin seni asla bırakmadığını görmekse yavaş yavaş iyileşmeni saglıyor. yüzündeki tebessüme bir ayna tutuyorsun; mutluluğunu kendine kanıtlamak istermişçesine. içten içe daha da gülüyorsun. artık en azından aynalardan kaçmıyorsun...