BLOGGER TEMPLATES AND TWITTER BACKGROUNDS »

21 Ekim 2010

birilerini kendime bağlamışım.
heyt be.

07 Eylül 2010

ayrılık, tatmin edilmeyen aşkı artırır ha?
lanet olsun.
ama daha önce de tatmin olmadan ayrılmıştım, önce aşkım tavan yaptı falan ama sonra hızlı bir düşüş yaşadı dimağımda.
e şu anda da tavan değilse daha ne düzeye kadar aşık olabilirim? fenafillahı mı beklemem gerekiyor?
ne boktan iş. peh!

25 Ağustos 2010

o kadar zaman sonra kendimi bir eroin müptelasının temiz kaldığı günlerdeki ruh halinde gibi hissediyorum.
mızmız.
geceler geçmiyor ulen yemin ederim.
saplantılıyım, evet.
çok dengesiz oldum bir bilseniz.
her zamanki gibi giriş gelişmeyi ışık hızıyla geçip sonuçta çirkinleşip toz oldum.
bir de salak gibi boynuzlandım yuh.
bundan sonra bütün erkek sineklere tecavüz ediyorum dostlar.

24 Mayıs 2010

nedir içimizi çimçik çimçik edip duran yamyam?

şimdi sen beni ezdin geçtin de, karşımda akıttığın salyanı görmedim mi sandın? yapış yapış, ıslak ıslak, tutkal gibi. pek hoş lekeler bırakmadın hani üstünde başında. sen gel bir de böyle düşün, kin bayrağını çekmeden evvel.

21 Mayıs 2010

black

27 Nisan 2010

kümülatif sonuçlar

sınama yöntemiyle kimliğe kişilik kazandırma amacı güdülen bir nevi kümülatif sonuç çizelgesidir:

  • vakit, en çok istediğine hiç istemiyormuş gibi davranma vaktidir.
  • vakit, kendini tutma vaktidir arkadaş. dayanamıyorsan git hayal kur. ama sadece hayal kur. istenileni verme.
  • hiçbir şeyi unutma. ve cicim aylarında acı da olsa hatırlat ki kaybetmekle tanışsın.
  • yeter derse sus. yine de yetinme.
  • hiçbir şey demezse içinden sövüyordur. sen yine de sus ki iyiden iyiye çıldırsın.
  • sonuç olarak her fırsatta sus ki kazanasın.

22 Nisan 2010

gece üzdüyse bizi, artık içimiz rahat olmalı. umduğumuzu bulduk sonunda. yedik yedik ve bittik. bu satırlar hem sonsuz manalar içeriyor, hem de artık çok anlamsız geliyor. ne tuhaf, dünyalar ne de kolay değişiveriyor.

20 Nisan 2010

blog yazılarımı hayatımdaki milyar tane insanın çaktırmadan üzerlerine alındığını sezinledim. hatta ''bunu bana yazmış, bak yahu. hala unutamamış beni. gurur yapıyor...vs.'' şeklinde diyaloglara maruz kalıyormuşum. aptal mısınız arkadaşım? niye ifşa edeyim kendimi? sadece yazıyorum işte havadan sudan. dertlenmeyin bu kadar. sizinle bir alıp veremediğim olsa arar konuşurum yani.

15 Nisan 2010

bazen bıçak gibi kesmek zorun bir nevi kolayıymış. özlem felaket ama sonunu getirmek de şart. amaan. tamam, lanet olsun ki burnumda tütüyor. ama ne yapalım? nasılsa günün birinde yine karşılaşırız. hem öyle yaptım olmadı, belki böyle yapınca olur. kafalarım yine ben onu bir gün. değil mi yahu? kafalarım. umarım yani.

09 Nisan 2010

gökten 10 elma düştü


1) risk almak kadar tatmin edici bir his daha var mıdır? 4 yanlış 1 doğruyu götürüyorsa ve sen soruyu sallamışsan egonu tatmin etme amacındasındır. ve soru tutarsa egon tavan yapar.

2) senden karşılık bekleyeni itersen sana milyon kere geri döner. dönüyor arkadaş. lanet olsun ki dönüyor. sonra kendi kendine keşke öbürünü de itseydim diyorsun.

3) hiç anlamadığım, şu kuruyemişlerin kabuklarını niye tuzlarlar ki? hayır, zaten benim yediğim fıstığın içi. kabuğunu tuza bulasan kaç yazar?

4) annem bana ''ben mi seni doğurdum sen mi beni?'' diye sorduğu zaman ''tavuk mu yumurtadan çıkar yumurta mı tavuktan?'' karşılığını veriyorum, susuyor.

5) ''sigara'' değil de, ''cigara'' daha çekici.

6) meşhur çatlak kremi ellezza'nın bir tutam faydasını gören varsa buyursun gelsin. para tuzağı yahu onlar. salyangoz özüymüş, peh! yiyorlar bizi. herballife bir, bu iki. gelmeyin bu oyunlara.

7) dilimiz elimize alıp dolayıp düğüm yapacak kadar uzun olsaydı yemin ediyorum her dakika onunla oynardım.

8) küçükken ''samsung'' ürünlerinin samsun'da üretildiğini sanıp ''samsung da neymiş, casper daha iyi'' diye düşünürdüm. sonradan gerçeği öğrenince ''büyük lokma ye, büyük söz söyleme'' dediler bana.

9) eşlerinin doğumuna girip bir de doğumu videoya çeken adamların derdi ne ki? büyüyünce çocuğa mı izletecekler?

10) yine küçükken bir akciğer filmim çekilmişti benim. karanlık birşeyler gören doktor inatla bana ''iyice bir düşün, hafızanı yokla, oynarken falan bir ataç yutmuş olmayasın?'' diye abuk bir soru sormuştu. ben de aynı inatla ''hayır!'' diyordum. daha düşünceli bir doktor olsaydı da önce bana atacın ne olduğunu gösterseydi keşke. zira ne olduğuna dair bir fikrim yoktu ve ben ''o ne ki?'' diye sormaya utanıyordum.

08 Nisan 2010

benim karnım acıktı. gelince seni kirleteceğim sevgili blog.

06 Nisan 2010

melek

bazen ben daha küçücükken hayatını kaybeden halamı geyşa kıyafetleri giymiş olarak görüyorum rüyamda. ardında inceden bir melodiyle, hüzünle. oysa tüm tanışıklığımız fotoğraflardaki güzel yüzüyle bakışmamızdan ibaretti. gördüğüm kadarıyla, gerçek anlamda hatrı sayılır derecede bir güzelliği varmış. hatta birkaç reklam çekimine katılmış, yerel bir televizyon şovu bile yapmış. ama hani hep denir ya; hızlı yaşayıp genç ölmüş. zamanın gazetesindeki ölüm haberi ''..melek..'' şeklindeymiş.
hep bana yıllardır bir şey anlatmaya çalıştığını düşünmüşümdür. çünkü rüya görülür, aylar geçer, geçer, sonra tam unutulduğu anda aynı rüya tekrar görülür. unutulmak canını sıkıyor belli ki, ya da özellikle benim unutmam.
hiç tanımadığım halde, benden yapmamı istediği bir şeyler var. bunun bilincinde olarak, artık her an onu bekliyorum. ya da belki de onun gibi olmayayım diye uğraşıyor. zira en yatkın benim bu tür durumlara. büyüdükçe, bir adım daha yaklaşıyorum demek. bakalım neler olacak.

04 Nisan 2010

söyle, sevmeden de sevemez misin bu haritasız gezgini?
ben seni görmeden de görüyorum ya, olmaz diye bir şey mi varmış?

03 Nisan 2010

öyle beyaz ki yüzün. öyle soluk ve öyle sert ki. bakışlarındaki sıcaklıkla öyle tezatsın ki sen. oluk oluk akmak geliyor da sana, tutuyorum. yığılıvermemek için yere, tutunuyorum bir küçük mermer avuca. soğuk akan terin kayganlaştırsa da elimi, bırakmıyorum yine. kayıp düşülecekse illa, o avuçtan kayarım diyorum.
beyaz, sıkı tut ellerimi.

02 Nisan 2010

bazı hataları yaşatmak adına.

''üzgünüm elbet, pek çok şey için. sesimi, nefesimi senden kaçırdığım için. şaka gibi tüm bunlar. ama o kadar çıkmışım ki ben olmaktan, durup seni ne hale getirdiğimin farkına varasım bile gelmiyor içimden. suçlama beni sakın. ben zamanında çok suçladım insanları da, ama hep yanlarına kaldı. dünya böyle dönüyor arkadaş. senin başına gelenlerde benim bir suçum yok. aynıları bana da oldu, o yüzden mızmızlanma bana.''
diyorum lafta. ama hala arıyorsun. ve açmamak inan beni acıtıyor.
çok değil birkaç ay sonra yüz yüze gelince ne yaparım-hiç bilmiyorum.

31 Mart 2010

üç boyutlu gözlükle görünen şeyler ne kadar gerçekse, ben de o kadar gerçeğim işte. dahasından kime ne?

29 Mart 2010

soru sormadan

elma yesem göbeğinden. gıdıklamam, söz. bir gününü ver bana. mayıs'ta bir gün. telefonlarımızı falan kapatalım o gün. her şeye bir gün ara verelim. dosta, sevgiliye bir gün ara, soru sormadan. sonraki gün tekrar başlarız. yine soru sormadan.

yani sen bana soru sorma, ben sorarım! hırrr

28 Mart 2010

teslimiyet yüzünü gösterdi. o zaman onu dinleyelim ve teslim olalım.
fakat fena güzel olan bu tür teslimiyet hadiselerinde nedense tıka basa doyamıyorum. çok güzel ilişkiler beni kendinden soğutuyor. canım dert çekiyor, tasalanmak istiyor. hoş dertlenince de cazgırlaşıyorum ''neden ben?'' diye. sahi, benim sorunum ne?

yeni biri var.

20 Mart 2010

löbi

kulaklarımda uğultulu bir muhabbet var, evde değilim. etrafımda tanımadığım kimseler, hararetli bir tartışmaya dalmışlar. birbirini neredeyse hiç tanımayan bu bir avuç insan nasıl oluyor da bu denli çok konuşacak konu buluyorlar, şaşıyorum.
bir otel lobisindeyim. acı acı gülüyorum çünkü otel lobileri bende küçüklüğümden beri bu hissi uyandırır.

şimdi de siyaset tartışılıyor. hiç ilgimi çekmeyen şu aptal siyaset.
kurtarın beni.

gideyim bir miller içeyim.
kurtarayım kendimi.

anne, beni merak etme. bir otel lobisinde hayatımın en kötü gecesini geçiriyorum.

19 Mart 2010

bir sınır, bir çizgi, biraz sorumluluk.

yepyeni olayım diyorum. tüm alışkanlıklarıma sırtımı döneyim. bağlılıklarıma son vereyim. fakat her seferinde daha da ileri atıyorum bu tarihi. zaman geçtikçe daha da tembelleşiyorum. değişim şart ama zaman geçtikçe değişimden daha da korkar hale geldim. biraz daha büyümeden ucundan başlamalıyım. yoksa günden güne kırılan cesaretim beni bir gün yok edecek. bitirecek. bitmek istemiyorum. bitmiş bir hayatın içinde kaybolmak hiç istemiyorum. biri elimden tutmazsa savrulup gidiyorum, lanet ediyorum bu duruma. niçin kendim idare olamıyorum bir türlü? muhtaçlık bana yakışmıyor. geç olmadan kurtulmalıyım bu durumdan. bir gün gelecek, ailemden ayrılacağım. çok çok az kaldı. işte o gün kendimi yersiz yurtsuz hissedersem-ki böyle giderse sonum öyle olacak- kendimden geçerim. dirayetli olmak şartını koymalıyım kendime. hayal kırıklıkları yıkıntılarım olmamalı. en güçlü ben olmalıyım. egoist olma sanatını layığıyla hayatıma dahil etmeliyim. hatta buna an itibariyle başlamalıyım. düşmekten korkmadan, başlamalıyım.

17 Mart 2010

iyisi mi gidip kitap okuyayım. yoksa af dilemek için çevremde dört dönene bir tekme savuracağım. hayır anlamadığım şu: eğer cevap vermiyorsam, hala öfkeliyim ve onunla konuşmak istemiyorum demektir. bu ısrar niye? ben en iyisi yatarak okuyayım bu kitabı.

öf ocakta kirpiklerimin ve kaşlarımın bir kısmını yaktım. uzar mı ki? LANET OLSUN ÇOK ÖFKELİYİM FAK.

15 Mart 2010

bir şeyler fazlaca yoluna girdi. nefes bile almak istemiyorum büyüsü kaçmasın diye.

12 Mart 2010

ben tezatlarımla varım.
ve sen de tezatlarınla varsın.
sus ve sadece var olmaya devam et.
tıpkı benim gibi.

sor bana

yoksun kalmak:
''soluklarda hissedilen korkunun hem sebebi hem de sonucudur. başkaldırış şartı vardır, en ufak bir umuda dayanırsa. direnmek güçtür, ağlatır, hırçınlaştırır. kimi zaman ölüp ölüp diriltir. can yakar, ruh sıkar.
insanlar yalnızca yoksun kalanlar ve kalmayanlardır. ortasına rastlanmaz. çünkü yoksunluk uzun vadede alışkanlık yapar. birine ya bulaşır ya da bulaşmaz. bulaşanın kurtuluşu yoktur. işler bir kez ters gitti mi geri dönülmez. ardı sıra faka bastırır. yoksunluk onlar için artık bir yaşam biçimidir.''

derdim eskiden. öyle değilmiş. ispatını sor bana.

09 Mart 2010

''hala öylesin''

..
A: yüklenme tek bir şeye, yıkılırsın sonra.
B: ama sevgi bu, sıcacık, salep gibi anne.
A: sevgi karmaşıktır, insanlara keza.
B: karmaşadan deliren kimseler hayli kötü durumdalardır öyleyse, bana keza.
A: kendini aklı başında mı sayıyorsun sen?
B: sayılır.
A: içine bir ayna tut, göreceksin neyin aslında ne olduğunu.
B: yırtınıp durmamın faydasızlığı, umarsızlığına keza daha çekilesidir belki, kim bilir?
A: yapman gereken tek şey; daha az düşünüp daha çok şey yapman bu aralar.
B: ne gibi?
A: yemek, içmek, gezmek gibi.
B: ruhumu mu atayım?
A: hayır, bir sandığa kilitle en azından. geçene kadar.
B: ya geçmezse?
A: neler geçti, hatırlasana!
B: küçüktüm o zamanlar.
A: hala öylesin.
..


05 Mart 2010

son cümlesi 'dünyanın ironisine başlarım be' olan yazı.

sevdiğim kişiye olan nefretim yüzünden aslolan sevdiğimden sırf sevdiğim de onu seviyor diye nefret etmişim. aptal mıyım? saf mıyım salak mıyım? aslolan sevdiğim daha sevilesiydi be. onu daha çok seviyorum. şimdi durup düşününce, neden aslolan sevdiğimden sırf daha az sevdiğim de onu seviyor diye nefret etmişim? oha şu an çok mutluyum. zira 6-7 aylık bir yük kalktı üzerimden. gözüm zihnim açıldı. dünyanın ironisine başlarım be.

04 Mart 2010

hiddetli bir iki satır

yeni hisler girdi bedene. biraz daha mı büyüdük? yaşlandık sanki çokça. durgunlaştık, dinginleştik. hasarları onardık. yeni hasarlara izin vermedik. tedbir alır olduk, risklerden kaçındık. bezginleştik. oysa daha çok gençtik, yepyeniydik. kandırıldık mı yoksa? kandırdık mı? eskiden birilerini tanrılaştırır, onlara tapardık. deli miydik? şimdi gelmiyor içimizden, öyleyse akıl fikir mi sağlamlaştırdık?
öyle yorulduk, öylesine kızdık ki.

tanıdık mı bu hikaye?
haydi gel, denizlere açılalım. dalgalarda soluksuz kalalım. kurtulalım.
haydi gel ve lütfen sen bari beni sevdiğini söylemeden sev.
sen birazcık gerçek sev.
birazcık soğutma kendinden, sadece sev.
sedece arkana dön ve elimi tut.
sev.
suskunca
sev.
dingince
sev.
sessizce
sev.

yalnızca sev.

02 Mart 2010

engelle ve sil. işte bütün mesele bu.

28 Şubat 2010

tütsü kokusunun en gerçek tadını alıyorum. sandal gibi. bu koku beni delirtiyor.

27 Şubat 2010

rüyalar gerçeğe

hey! bütün gece rüyamda gördüm seni. sabah sınavım vardı, bir kalktım aklımda buram buram sen varsın. böyle aptal aptal gülümsüyorum etrafa. halbuki sınava gireceğim kahvaltıdan sonra. gergin olmam lazım. yok. mutlu mesut girdim sınava. böyle rahaat rahaat çözdüm soruları. sınav çıkışı bile gülüyordum. sonra belki seni görürüm diye olabileceğin her yere gittim bütün gün. ehe. göremedim ama benzettim birçok kişiye.
bu gece de girsen rüyama, yarın da böyle bal gibi tatlı geçse keşke.

25 Şubat 2010

duvarda gölgen göründü bana.
göz kırptı, geldi, öptü.
kucakladı beni, aynanın önüne götürdü.
seyrettik birlikte aynadaki bizi.

mutluyduk sanki.
mutluluğu görmüştük aynada.
bizdik işte.

23 Şubat 2010

uzun kirpiklerinin ardındaki su pınarı, içtiğim.
bana içirdiğin damlaların. kana kana.
onları geri istiyorum.
verir misin?

22 Şubat 2010

farkettin beni.

21 Şubat 2010

miranda

olduğumuz gibi olmak pek bir hoşmuş.
konuşmadan anlaşmak.
ben tam aklımdan ''miranda'' demek geçerken ''bir anda'' dediğim anda birinin ''miranda'' demesi ne hoşmuş. -onu tam ben söyleyecektim.
zihinden anlaşmak ne hoşmuş.
üstüne gittikçe daha da gelişiyor, ne hoş bir durummuş bu yahu!
psişikleşiyorum gitgide.

kare kare

satranç tahtasındaki kareler kadar hayaller kuralım,
bize dair.
hani şu milyonlarca kareler kadar, tekli kareler, dörtlü kareler, sonu gelmeyen kareler kadar.
kare kare böleyim seni, sevmesi kolay olsun.

20 Şubat 2010

henüz dudaklarımda biraz mayhoşluk, biraz sıcaklık, biraz tatlılık, biraz tuzluluk, bir hayli korku ve daha da önemlisi merak var. bir de hayalperestlikten birincilikle mezun olacağım yakında. ne yapsam-ne etsem balkona çıkıp bağırsam mı!?

17 Şubat 2010

bugün gözlerinde gördüğüm neydi?
şaşkınlık mı? -muhtemel.
yarın da baksana bana.
nolur.

16 Şubat 2010

''henüz tek parçayken'', başlamalıyım.
bir sürpriz yaptım kendime.
başlamayı düşünmediğim bir anda başlayıverdim.
işin kuralı oymuş meğer, düşünmeden yapılan şeylerin tadı bir başkaymış.

en doğru zaman, zamansızlıkmış.

bazı insanların tuhaf görüşlerinin aksine, yeryüzündeki soyut kavramlara gözle görülüp elle tutulan maddelerden daha çok inanıyorum. mucizelere inanıyorum. telepatiye inanıyorum. aşka inanıyorum. tüm bunlara inanmayanları ise teker teker hayatımdan defediyorum. söyleyin sevgili okurlar, umudumuz olmadan nereye kadar dayanabiliriz? hep daha iyisi için yaşamıyor muyuz.? daha güzel olmak, daha zayıf olmak, daha kültürlü olmak.. sonrasında daha çok gülümseyebilmek için ağladığımız anlar olmuyor mu? kangren olan parmağımızı kesmiyor muyuz hep? her defasında daha müthiş bir tat alma arzusuyla öpmüyor muyuz sevdiğimizin dudaklarını? hatta bazen sevmediğimiz dudakları öptüğümüz bile olmuyor mu, belki sevdiğimizden alamadığımız tadı ondan alırız diye? hep en doğrusunu bulmak için yapmıyor muyuz ardı sıra yanlışları..? söyleyin sevgili okurlar, hislerimiz olmasaydı nasıl dayanabilirdik? nasıl kurtarırdık kendimizi? söyleyin..

14 Şubat 2010

sevgililer gününü taylan'la starbucks adlı kahvehanede karamelli frapiçino içip uykusuz okuyarak geçirmek. ve de frapiçinoya para vermemek, kremasını ise pipetle sıyırıp son zerresine kadar hüpletmek. işte böyle bir duygu olsa gerek 14 şubat. minimalist bir yapım var sanırım. üstüne bir de ''bugün 14 şubat oh yeah!'' diye sayıklayarak mala bağladım. olsun be. güzeldi. salçalı makarna falan da yedim öncesinde. mutlu etti beni tüm bunlar.

13 Şubat 2010

gecenin ayazı çarpıyor yüzüme,
bu denli üşümek korkutuyor.
ısınmak için sığındığım her kuytu ise baştan çıkarıyor beni.
zayıf bir nokta olsa gerek bu,
ama kime ne?

12 Şubat 2010

ne yani
pilates yapmak için mi aşık oluyoruz
yoksa aşık olmak için mi pilates yapıyoruz
yoksa pilatese aşık mıyız
yoksa aşık olduklarımız pilatesten dolayı mı bize karşılık veriyor
yoksa biz kaçık mıyız
biz neyiz?

myspace'de ''kapat ve görünmez olarak gezin'' şeklindeki ibareye tıklayıp birtakım kişilerin profillerine gizlice sızmaya bayılıyorum.

verdiği akıllardan ötürü anneme,
hep yanımda olduğundan ötürü merve güvenç'e,
kalın kaşlarından, dev boyundan, ilginç burnundan ötürü o'na,
''korkularını yenmek istiyorsan onların üstüne git'' sözünden ötürü de kendime..
sonsuz teşekkürler. ehe.
mutluyum, huzurluyum, bir de midemde kelebekler uçuşuyor.
lalala.

bir dönse arkasına, görecek onu süzen bakışlarımı.
daha neyi bekliyor ki?

10 Şubat 2010

gözlerimdeki endişeydi, karışıklığımdı her şey. istemediğim bir hayat yaşıyorum galiba, her insan gibi. herkeste kendimi arıyorum, yanılgılarsa kaçınılmaz sonlarım oluyor-çoğu zaman. düşüncelerim beni öldürecek dozdalar, yaptığım her hatayı bangır bangır bağıran. ama ne olmuş yani? beni benden başka düşünen var mı? yok. o kadar. küçüklüğümden beri üzgünüm hep. büyüdükçe de değişmiyor. bıraktım ben de.

04 Şubat 2010

alışveriş günü! yep

02 Şubat 2010

nefretin buz tutmuş solukları günü gören kar gibi eridi. tutamadım. tutamayacağım da. kendimi yok ediyorum, haberim yok. gözyaşları akıyor. buza dönüyorlar. durduramıyorum. kimselere de anlatamıyorum.

29 Ocak 2010

insana günde 2 saat pilates yaptıran güç : aşk

23 Ocak 2010

tipik

evet bugün tipik bir yarıyıl tatili öncesi karne günüydü. tipik bir karne aldım. tipik tepkilerimi verdim. tipik yalancıktan ''öğretmenim sizi çok özleyeceğim'' bakışlarını fırlattım. okul müdürünün tipik gaz veren konuşmasıyla kendimi bir bok sandım. hatta her dönem zırıldanan ''aal tüm alanlarda il birincisi'' cümlesine tipik gururlanmış gibi yaptım. falan.

15 Ocak 2010

yapayalnızım.
onun kalabalıklaştığını gördükçe daha da yalnızlaşıyorum.
ve onun mutluluğunu hissettikçe acım dayanılmaza ulaşıyor.
bunun adı ölüm.
geceden geceye.
ölüm.

aslında şu anda duygularım çoşmaktalar.
ama en sondaki kaydımda bir adet inek fotoğrafı var.
o yüzden duygusal şeyler yazamıyorum :()

11 Ocak 2010

temalı reklamı içerim

sütü seven insanlar için..
Posted by Picasa

10 Ocak 2010

çok çok eski kayıtlarımı okuyunca kendimden tiksiniyorum. peh!

uçurumun kıyısına kadar gelip geri dönmek dedikleri:

siyah, mor ve koyu yeşil harmanlanıyor. o muazzam renkler adeta bir bataklığa girip iğrenç bir renk cümbüşü haline geliyor. tiksintinin ötesinde hislerle donanıyorum. çevremi leş kokuları sarıyor, soluksuz kalıyorum. uğultular, fısıltılar ve kahkahalar birbirine giriyor. ölüm gibi.
bazen, aynı o filmlerdeki gibi kendi iç sesimi duymamak için kulaklarımı kapatıyorum. bazen sanki ruhum çıkıyor benden, elimden tutup uçuruma götürüyor. uçurumun kenarına gelince tekrar içime girip bana karar verme fırsatı tanıyor. bense oraya kadar nasıl geldiğime bile hayretler ediyorum.
bir gün oracıkta ya dengemi kaybedersem?

kuyucaklı yusuf'a başladım.
an itibariyle.