BLOGGER TEMPLATES AND TWITTER BACKGROUNDS »

16 Ekim 2009

erkek melek

yenik düştüm, intikam uğruna. bana bahşettiğin zaaflardan kurtulmak içindi hepsi. onlarsız yaşayamıyordum, fakat onlarla gurursuz bir melek oluyordum. erkek bir fahişeydim. beni kullanan kadınlardan nefret ediyordum. ama kadınlar yaşam pınarımdı. onlara zarar veremezdim. acımı kimden çıkarırdım?
ne olur al ateşi benden yüce ruh. böyle yaşamak zulüm, beter, acı. al ki; alayım intikamımı.
o ateş hiç gitmedi. içimde cayır cayır yandı durdu. öfkeliydim: zaaflarıma, kendime, kadınlara..canlı cansız her vücuda.
kendimi suçluyordum. melekler doğru yoldan sapmazdı; ben sapmıştım.
tüm gücümü topladım; önce tabiata savaş açtım. çoraklığı getirip hapsettim bu topraklara. rüzgar evini, su yapraklarını terk etti. kadınlar öfkeli, tehlikeliydiler.
bir gün çok kötü bir şey oldu. kalan tüm kadınlar birleşti. en güzel yönlerinden birer tutam katarak eşsiz güzellikte bir bakire yarattılar. saldılar bütün gecelerimi geçirdiğim nehrin kıyısına.
onu bir kere gördükten sonra vazgeçmem imkansızdı. diğer kadınlar gibi o da benim olacaktı. kaçtı benden, düştüm peşine. benim eserim olan çorak topraklarda koştu durdu. bir mağaraya girdi. gözden kaybolmasın diye daha da hızlandım. derinliklerine ilerledi mağaranın. ve birden yüzünü bana dönüp atıldı kanatlarıma. zaferime sıkı sıkı sarıldım..
birden eriyiverdi kucağımda. kanatlarımda incecik toprak oldu. yok oldu.
hapsetmişti beni mağaraya.

13 Ekim 2009

içerlerde kalmış bir iki satır.

bugün yoldaşımın andacını gördüm. tesadüfen. ona ait olan sayfayı açıp tüm yazıları noktası virgülüne okudum. kendime engel olmadan, sadece okudum. fotoğrafına bakıp gülümsedim. kimse tanımaz ya beni, herkese göre herkes yine herkes gibidir ya.. ben hayatımdaki en silik çizgilere bile çok önem verirdim de, yoldaşın bu kadar keskin bir çizgisi olabileceğine ihtimal vermemiştim. kahrolası özlem bu olsa gerek. gittiğinden beri görüntüsü aklıma her düştüğünde donuklaşıyorum. her yönden fazlaca sevdiğim biriydi o. umarım bunları okumaz. ama inanın, bu kadar üzgün olmasaydım yazmazdım.

06 Ekim 2009

deniz kabuğu rengi

turkuaz bir taşın mat yüzeyindeki siyahlıklar;
saflıkla karışmış kötü niyetli iyilikler ve
zihnimin en karanlık köşeleri gibi..
bedenim ise tamamen turkuaz.

seninkisi ne renkti?

deniz kabuğu rengi.

denizkabuğunun deseni, pürüzüyle,
krem rengi beyazı, en safısın.

kulağımı sana dayadığımda duyuyorum
dalga sesleriyle gizlediğin hıçkırıklarını..

ne olur korkma
ve kurtar kendini sevdiceğim
ne olur.

01 Ekim 2009

kül rengi

bir gün alevler sardı bedenimi. cayır cayır, acının doruğunda yanmaya başladım. o kadar yandı ki canım, yok olmak istedim. canımın acısına dişimi sıkarak yok olacağım anı bekledim. yandım yandım..
gitgide ateşim soğumaya, evriminin sonuna gelmeye başlamıştı. fakat bedenim yavaş yavaş hissizleştiği halde bir türlü yok olamıyordum. ufak ufak dökülmeye başlayınca anladım ki; küle dönüyordum.
somut bedenimdeki saklı kalmış soyutluğumdu kül. yanıp yanıp yok olamamanınsa en somut örneğiydim. narin dokunulmazsam dağılır gider, hele rüzgarlara hiç dayanamazdım. tepkiliydim.
silik çizgilerimin, belli belirsizliğimin, bulanık düşüncelerimin ve flu ruh halimin yeni yeni bilincine varıyordum. zamanla kendime alışmaya ardından da kabullenmeye başladım. ışığım cılız, fakat kendi kendimi aydınlatabilmemin verdiği mutlulukla fluluktan keskinliğe, grilikten siyahlıya kayar gibi hissediyordum kendimi. ancak hiçbir zaman ne gri ne de siyah olabildim. griden daha sert; siyahtansa daha narindim.
ben kül rengiydim.