BLOGGER TEMPLATES AND TWITTER BACKGROUNDS »

20 Eylül 2009

cennet

camdan yansımasındaki fettanlığını
hakikatın ötesinde sergileyişi,
kokusundaki yumuşak dokuyla
gülüşündeki kıvrak çarpıklığı

yüreciğimi mi eritti?

gerdanıma yaslandı kuvvetli başı,
içime doldu çam balı tadı

zihnimde yankılandı o sabırsız tınısı
yoksa hep susmuş muydu?
ben mi tıkamıştım algılarımı?

iki ucu sivri bir dil beni sokuyor
zehrini akıtmak ona verilmiş soylu bir görevken,
tersine içime dolduruyor aziz okyanusu
tuzlu, karanlık dalgalar altında sakladığı cennete
elimden tutup götürüyor

gitgide bilincim kayıp gidiyor benden
sarhoşum, ve sonsuz mutlulukla harmanlıyım
cennetteyim..

10 Eylül 2009

şu dakikadan itibaren elime geçen her kuruşu biriktiriyorum. adımı varyemeze çıkaracağım. evet.

egoizmi hoş kılan şeyler

sen
bir bakmışsın orda
bir bakmışsın burdaymışsın
derinin altındaki kırmızı sıvı sana güç verenmiş tek
kollarını birbirine sarıp sarmalamışsın bedenini
kokunu almışsın
taptaze kendi kokunu
taptaze cildini çekmişsin içine
bedeninin girdapları varmış
karanlık köşecikleri sevmişsin
benimsemişsin onları
tüylerinin uzanış yönüne zıt
en sonundan en başına sürtmüşsün ellerini
pürüzler tekrar tekrar hoşuna gitmiş
ne hoş bir şeymişsin sen öyle.

09 Eylül 2009


suze rotolo ve joan baez denen kadınları kıskanıyorum. her nasıllarsa bana ne.
bob dylan benimdir.
Posted by Picasa

08 Eylül 2009

sonbahar mı geldi ne

hava da pek bir güzel oldu. demin balkona çıkıp rüzgara ve rüzgarın yüzüme çarptığı damlalara karşı durdum. üşüdüm ama özlemişim. hoşgeldin sonbahar..

07 Eylül 2009

karanlıkta parlak bir taş


gökyüzündeki ışık demetine hayran kalmamak elde değil. ay tam anlamıyla puslu gece. puslu ay'ı seviyorum. yatağımdan kaldırıp koynuna alıyor beni. ay'la aramdaki ilişkiyi bir kişileştirme yapmadan anlatmam mümkün değil sizlere. zira erotizmi sonuna kadar vurgulama zorunluluğu duyuyorum söz konusu ay'sa. bana tam anlamıyla erotizmi çağrıştırıyor. neden bilmem. ondan ne hoş bir sevgili olurmuş ama.

en güzel gecelerini hep dolunay'la yaşayan kadınları düşünüyorum. ne kutsal bir sır keşfetmişler öyle. evet, bence bu bizi tahrik ediyor. bütün aşkların ötesinde, kadının geceye-ay'a duyduğu aşk bambaşkaymış.

son zamanlarda yatağımın karşısındaki pencereden neredeyse sabaha kadar onu izliyorum. hareketlerine göre yatış şeklimi değiştiriyorum. kronik bir uyku probleminden öte bir durum, inananın. tamam, yastığa başımı koyduğum anda uyuyabilen biri olmadım hiçbir zaman. fakat ay'a duyduğum tutku da bir ''uyuyabilmek için sayılan kuzular'' etkiliği değil. bunu içimde hissediyorum.

kadınları anlamak ne kadar zorsa, benim kendimi anlayabilmem de bir o kadar zor. ama daha iyisini keşfedene kadar, şu an elimde olan tek şeyle yetiniyorum; ay.

içimde çok şey var.
hangi birini yazsam..?

size de hala dünyayı kurtarabilirmişiz gibi gelmiyor mu?

bir dişinin gözüyle;

ben bir erkeğim.
buğulu bakar, heyecanlandırırım.
genizden konuşur, iç gıcıklatırım.
terlediğimde daha seksi görünürüm.
dudaklarım hafif aralıktır, özellikle yaparım
karşı cinste aralık dudaklarımın kerametini çözme hissi uyandırırım.
içgüdülerimle beslenir, fantezilerimle tıka basa doyarım.
ben bir erkeğim: aşk nedir bilmem.

sisin içine baksak da hiçbir şey göremesek..
zaten böyle değil miydi sen merkezcilik.

05 Eylül 2009

bir ''ergen''in web günlüğü konu 1 aileyle çatışma

manyetizmanın baskın olduğu bu evrende zıt kutupların kadın tarafında yer almak beni korkutuyor açıkçası. değişken duygular denen olay aslında tam anlamıyla bir saçmalıktan ibaret değil. dağ gibi bir gerçeklik payı var, evet. bizzat biraz önce yaşadım. hem de aynı insan soyundan gelmiş olduğuma inanamadığım sevgili annemle. eğri oturup doğru konuşmak gerekirse, üzerime gelen tek kişilik aile zamozingosundan bir o kadar bıktığımı belirtmeliyim. o meşhur cümleyi yazmadan edemeyeceğim sevgili okurlar. dibine kadar da hakediyor:
''ben senin gibi olmayacağım, anne.''


bunu yüzüne de söyledim. aldığım tepkiden biraz gözüm korkmuş olsa da, yine olsa yine de söylerdim. bana neler neler dedi:
''nasıl bir kişiliğin olduğunu anlayamıyorum.ukala..ben seni böyle yetiştirmedim..vs''

yanlış okumadınız, sırf kendi fikrimi beyan ettiğim için bana ukala dedi. oysa ki ben, heryerde ve her zaman ''başkalarının hoşuna gitse de gitmese de, içinden geleni söyle'' temalı bir kişilik çizmişimdir. ve benim kişiliğim hakkındaki bu kritiği en iyi yapabilecek kişi yine kendi annemdir. söyleyin sevgili okurlar, annemin bu kritiği yapamamış olması yine benim suçum mudur?
bu mudur arkadaş ya?

günün özeti kardeş

merhaba dünya.
bugün elime eski bir defter ve bastırarak yazınca ancak kesik kesik çizgiler çıkarabilen bir kalem almak suretiyle aşıkken oraya buraya karaladığım bol melankolik şiir benzeri yazıları temize çektim.
elime bir şey geçti mi dersiniz?
hayır tabiki.
mutlu sayılırım ama.

hadi bay.

04 Eylül 2009

''tutkular evreni''

03 Eylül 2009

lydia

al al dudaklarındaki kırılgan tebessümdü, daracık sokağı güneşin dünyayı aydınlattığı gibi aydınlatan. gülümsemesindeki içtenliği o kadar gerçekti ki, yumuşak, uzun kirpiklerin çevrelediği koyu kahverengi gözlerindeki ıslaklığı hiç farkettirmemişti. naif bakışlarındaki derinlik, insana ''bu bir rüya olmalı'' hissini verecek cinsten gerçeküstüydü. üzerine geçirdiği erguvani entarisi ona adeta bir prenses zerafeti yüklüyordu. e hakkını verdiği de ortadaydı genç kızın. ama o ne olağanüstü güzelliğini umursuyor, ne de zerafetini korumak istiyordu. kendisine doğuştan bahşedilen bu eşi benzeri görülmememiş özellikler onun için en ufak bir anlam ifade etmiyordu. dertliydi genç kız. gönlünü kaptırdığı adam basıp gitmişti uzaklara. tek bir laf etmeden.
evdekilerden saklı çorabına yerleştirdiği sigarayı çıkardı, yaktı bu karmaşık düşünceler içinde. olağanüstü güzelliğini bu görüntüyle mahfetmesine aldırmadan çekti içine dumanı. en içine. içmezdi sigara aslında. bulmuştu birinden, efkarından yakmıştı işte.
birlikte keşfettikleri sokaktı bu daracık yer. gizli gizli buluştukları, hasret giderdikleri yerdi. kendini ilk defa bir çift dudağa teslim ettiği yerdi. son günlerde ilk defa buraya gelecek cesareti bulmuştu kendinde. buruk ve puslu bir mutluluk yayılıyordu hücrelerinden o anlarda.
koyu renk gözlerindeki ıslaklık birikip son kez bıraktı kendini, damlalara teslim oldu..aktı aktı. evet, son kezdi. puslu yaşlar yerini koca bir boşluğa bırakacaktı. son sigarasıyla birlikte hayatını da söndürecekti genç kız. onu başka bir dünya uğruna bırakıp giden sevdiğine söyleyeceği bir çift söz vardı. söylemeden rahat edemeyecekti. sigarası söndü. ardından sessiz bir yolculuğa çıktı, yine al al dudaklarındaki o kırılgan tebessümle. sevgiliye adanan upuzun bir yolculuğa.

02 Eylül 2009

bu da benim denemem


denizde yaşamak istiyorum. taa içinde, en içinde. kulaklarımın hep bir basınç hissiyle dolmasını, en sonunda da hissizleşmesini istiyorum. hani kulağımıza deniz kabuğu dayarız da onun çıkardığı ''deniz sesine'' olan hayranlığımızı anlata anlata bitiremeyiz ya..işte onu istiyorum. kaslı ve büyük balıklardan bir kocam olsun. hatta defalarca dul kalıp defalarca aşkı yeniden bulmak, defalarca yeniden evlenmek istiyorum okyanusun o yakışıklı ve dev balıklarıyla. hayır, anne boleyn'e özenip saraydaki bütün adamları (benim hikayemde adamlardan kastım balıklar) yatağıma almak değil tabi amacım. ama sevgili boleyn kadar istenen, onun kadar göze batan biri olmak da fena olmazdı hani.
anne boleyn hikayesini sevmiyorum aslında. bana güzel paketler içinde sunulan kötü kötü armağanları hatırlatıyor. nedenini inanın bilmiyorum. tamam, biliyorum. ama beynimin en ücra köşesinde bulunan sandığın içine saklamışım zamanında. üstüne de eski giysidir, yatak örtüsüdür,.. ne bulursam yığmışım. şimdi sırf siz okurlarla paylaşmak için kendimi bu zorlu işe adamak istemiyorum açıkçası.ehe
bir ayaklarıma, bir aynadaki aksime bakıp duruyordum işte tam bunları düşünürken. kafam inip kalkıyordu. 15-16 yaşında sayılabilcek biri için pek normal şeyler değildi aslında tüm bunlar. ben mi kendimi çok beğenmeye başladım, yoksa dünyanın çivisi çıktı da ondan mı karşısına geçip bazen mantıklı, bazen mantıksız da olsa bir-iki kelime edebilecek kimse kalmamıştı çevremde. anlatamadığım için karalayıp duruyordum biryerlere, kelime süsü vererek tabi. yıllar geçiyordu ve ben gitgide çevremdeki dostların birer ikişer gittiğini, onların yerine katlanarak çoğalan içi boş-dışı daha da boş insanların türediğini görüyordum ortalıkta.
bu komedyaya yapılacak birşeyler yoktu işte. ancak denizli balıklı hayaller kurar, mutluluğu düşler dururdunuz. hayır, balıkları küçük gördüğümden değil, sadece olaya trajikomik bir boyut kazandırmak adına elimden gelmeyen şeyleri dahi devreye sokmaya çalışıyorum. nedensiz bir şekilde evim, okulum, arkadaş alanım ve civarı her zaman benden daha az zeki kişilerce işgal edilmeye başlanmıştı çünkü.
hayır! dedim. evime bir yığın kitap aldım okumak için. zaten çok okurdum, severdim; şimdi daha da okumaya verdim kendimi. romanlardaki bazen acı, bazen tatlı, bazen komik, bazen trajik, bazen romantik, bazen de erotik sahneleri bir bir canlandırdım gözümde. her sahnenin başrolüne kendimi getirip, bu yeni nesil modern ve boş zamanlardan kurtulmak için canımı dişime takarak okudum. bazen eski roma'ya gider filozoflarla muhabbet eder, bazen rusya'ya kaçar yasak bir aşk yaşardım. sonunda herkesten farklı yaşar, herkesten farklı düşünür, herkesten farklı soluk alır olmuştum. çok derin aşklar tatmış, çok daha derin acılar çektiğimi hissetmiştim. çok derin kavgalar edip, çok büyük mutluluklarla çepeçevre sarılmıştım.
farklı bir boyut istedim-her zamanki gibi. belki herkesle aynı olan başlangıcımı farklı bir süreçle bağlayıp, farklı bir sonla noktalamak istiyordum. bu hataydı ya da değildi, doğruydu ya da yanlıştı-farketmez. ben öyle olsun istiyordum. farklı olmak dileğiyle yanıp tutuşuyordum her daim. küçükken de böyleydim. herkes doktor, öğretmen..vs olmak isterdi, ben sıvı sabun olmak isterdim. bütün çocuklar deniz kıyısında kumdan kaleler yaparken ben o kumların tadını merak eder, yerdim. kreşin tuvaletlerine ''çocukların temiz tuvalet alışkanlığı'' esas alınarak koyulan tuvalet kağıtlarını düzgün bir şekilde elime sarar, koparır, cebime yerleştirir ve gözetmen öğretmenlerin sınıftaki kör noktalarını keşfedip yanıma minik yandaşlarımı da alarak ''tuvalet kağıdı yeme partileri'' düzenlerdim. o kağıt parçalarını bile yer, yedirirdim. aynı şimdiki lise tuvaletlerinde ''sigara içme etkinlikleri'' adı kullanılarak, öğrenci klüpleri dayanışması edasıyla yapılan aptal organizasyonlar gibi.
zevklerime çok düşkün olmam benim suçum değildi heralde. gerçi benim suçum bile olsa bu kimi ilgilendirir, kime beni yargılamak düşerdi ki? söz dinlemeyen, hayatı son damlasına kadar içen olacaktım. bir yudum ısırıp bırakamazdım ki._.