BLOGGER TEMPLATES AND TWITTER BACKGROUNDS »

18 Ekim 2012

konuşmak yeniden en baştan ne kadar yorucu olsa da sanki çok uzun yıllar sonra yeni bir yüz yeni bir ses yeni gözler cam gibi masmavi ya da yemyeşil konuşabilmek yine heyecanla kocaman kocaman atarken yürek aşağı düşüyormuş gibi hissetmek yeniden sorular var çokça sorular yine kelimelere dökebilecek gücü bulabilmek acaba ne zaman yazacak gerçekten yemek biterse yine yapacak mı genelde bir anda olunca çok zor olur ben aslında ilk seferde genelde fark etmem ama sen de fark ettin karşılıklı fark edince mi daha güzel yoksa daha mı zor böyle ankara'da yazmam gerek daha ankara'da kalmam gerek ankara'da kampüsler yan yana ankara'da oyun böyle mi oynanır ankara'da gözler yeşil midir mavi midir hep kadının gözleri kahverengiyse genelde kadın korkar kandan karanlıktan

24 Şubat 2011

melaba uzun zaman oldu.

yine aylar oldu seni görmeyeli yoldaş. nasıl oralar? istanbullar ısıtıyor mu seni? kar var diyorlar. sıkı giyin. hani kat kat giyinirdin ya. üşümemek için pantolonunun beline sıkıştırırdın içindeki giysileri. hani dalga geçerdim ya senle hep. işte öyle dikkat et kendine.
hep aklımdasın yoldaş. kafka okudum geçen gün. dava mava vardı. seni andım. hoş her durumda seni anıyorum ya zaten. avukat yoldaş.
tatilde beni sordun. görmek istedin ya hani beni. görüşmeyelim dedim sana. görüşmeyelim be yoldaş. bak benim yepyeni bir hayatım oldu. görüşmeyelim işte.
geçen gün yüzünü hatırlamaya çalıştım, hatırlayamadım yoldaş. kötü hissettim kendimi. sonra açtım fotoğraflarımıza baktım. yine ağlayasım geldi. kapattım ben de. gel görüşmeyelim işte.
burada sana benzeyen biri var. ya da belki de sana hiç benzemeyen. kokusuna bayılıyorum. senin kokuna nasıl da bayılırdım hatırlıyor musun? işte öyle kokluyorum onu gizliden gizliye. yani, kokluyordum gizliden gizliye. ifşa olduk şimdi biraz. meyillendik mi birbirimize, öyle mi denir, bilmem işte. ne dersin yoldaş, senle ben gibi olur muyuz onla da?
sana dokunurken titrerdim ya hani, şimdi yine titriyorum. daha öpmedi bile beni. öpse bayılır mıyım? bayılmam değil mi yoldaş? seninleyken de hep bayılacak gibi olur, yine de dayanırdım.
sabaharı midem bulanıyor yine yoldaş. onu gördüğüm günler yemek içmek yok. hayat ara veriyor yine. ne dersin, hayat bizi, seninleyken olduğu gibi yine arasına alacak mı? ah bu sefer kursağımda bırakmasa keşke.

21 Ekim 2010

birilerini kendime bağlamışım.
heyt be.

07 Eylül 2010

ayrılık, tatmin edilmeyen aşkı artırır ha?
lanet olsun.
ama daha önce de tatmin olmadan ayrılmıştım, önce aşkım tavan yaptı falan ama sonra hızlı bir düşüş yaşadı dimağımda.
e şu anda da tavan değilse daha ne düzeye kadar aşık olabilirim? fenafillahı mı beklemem gerekiyor?
ne boktan iş. peh!

25 Ağustos 2010

o kadar zaman sonra kendimi bir eroin müptelasının temiz kaldığı günlerdeki ruh halinde gibi hissediyorum.
mızmız.
geceler geçmiyor ulen yemin ederim.
saplantılıyım, evet.
çok dengesiz oldum bir bilseniz.
her zamanki gibi giriş gelişmeyi ışık hızıyla geçip sonuçta çirkinleşip toz oldum.
bir de salak gibi boynuzlandım yuh.
bundan sonra bütün erkek sineklere tecavüz ediyorum dostlar.

24 Mayıs 2010

nedir içimizi çimçik çimçik edip duran yamyam?

şimdi sen beni ezdin geçtin de, karşımda akıttığın salyanı görmedim mi sandın? yapış yapış, ıslak ıslak, tutkal gibi. pek hoş lekeler bırakmadın hani üstünde başında. sen gel bir de böyle düşün, kin bayrağını çekmeden evvel.

21 Mayıs 2010

black

27 Nisan 2010

kümülatif sonuçlar

sınama yöntemiyle kimliğe kişilik kazandırma amacı güdülen bir nevi kümülatif sonuç çizelgesidir:

  • vakit, en çok istediğine hiç istemiyormuş gibi davranma vaktidir.
  • vakit, kendini tutma vaktidir arkadaş. dayanamıyorsan git hayal kur. ama sadece hayal kur. istenileni verme.
  • hiçbir şeyi unutma. ve cicim aylarında acı da olsa hatırlat ki kaybetmekle tanışsın.
  • yeter derse sus. yine de yetinme.
  • hiçbir şey demezse içinden sövüyordur. sen yine de sus ki iyiden iyiye çıldırsın.
  • sonuç olarak her fırsatta sus ki kazanasın.

22 Nisan 2010

gece üzdüyse bizi, artık içimiz rahat olmalı. umduğumuzu bulduk sonunda. yedik yedik ve bittik. bu satırlar hem sonsuz manalar içeriyor, hem de artık çok anlamsız geliyor. ne tuhaf, dünyalar ne de kolay değişiveriyor.

20 Nisan 2010

blog yazılarımı hayatımdaki milyar tane insanın çaktırmadan üzerlerine alındığını sezinledim. hatta ''bunu bana yazmış, bak yahu. hala unutamamış beni. gurur yapıyor...vs.'' şeklinde diyaloglara maruz kalıyormuşum. aptal mısınız arkadaşım? niye ifşa edeyim kendimi? sadece yazıyorum işte havadan sudan. dertlenmeyin bu kadar. sizinle bir alıp veremediğim olsa arar konuşurum yani.

15 Nisan 2010

bazen bıçak gibi kesmek zorun bir nevi kolayıymış. özlem felaket ama sonunu getirmek de şart. amaan. tamam, lanet olsun ki burnumda tütüyor. ama ne yapalım? nasılsa günün birinde yine karşılaşırız. hem öyle yaptım olmadı, belki böyle yapınca olur. kafalarım yine ben onu bir gün. değil mi yahu? kafalarım. umarım yani.

09 Nisan 2010

gökten 10 elma düştü


1) risk almak kadar tatmin edici bir his daha var mıdır? 4 yanlış 1 doğruyu götürüyorsa ve sen soruyu sallamışsan egonu tatmin etme amacındasındır. ve soru tutarsa egon tavan yapar.

2) senden karşılık bekleyeni itersen sana milyon kere geri döner. dönüyor arkadaş. lanet olsun ki dönüyor. sonra kendi kendine keşke öbürünü de itseydim diyorsun.

3) hiç anlamadığım, şu kuruyemişlerin kabuklarını niye tuzlarlar ki? hayır, zaten benim yediğim fıstığın içi. kabuğunu tuza bulasan kaç yazar?

4) annem bana ''ben mi seni doğurdum sen mi beni?'' diye sorduğu zaman ''tavuk mu yumurtadan çıkar yumurta mı tavuktan?'' karşılığını veriyorum, susuyor.

5) ''sigara'' değil de, ''cigara'' daha çekici.

6) meşhur çatlak kremi ellezza'nın bir tutam faydasını gören varsa buyursun gelsin. para tuzağı yahu onlar. salyangoz özüymüş, peh! yiyorlar bizi. herballife bir, bu iki. gelmeyin bu oyunlara.

7) dilimiz elimize alıp dolayıp düğüm yapacak kadar uzun olsaydı yemin ediyorum her dakika onunla oynardım.

8) küçükken ''samsung'' ürünlerinin samsun'da üretildiğini sanıp ''samsung da neymiş, casper daha iyi'' diye düşünürdüm. sonradan gerçeği öğrenince ''büyük lokma ye, büyük söz söyleme'' dediler bana.

9) eşlerinin doğumuna girip bir de doğumu videoya çeken adamların derdi ne ki? büyüyünce çocuğa mı izletecekler?

10) yine küçükken bir akciğer filmim çekilmişti benim. karanlık birşeyler gören doktor inatla bana ''iyice bir düşün, hafızanı yokla, oynarken falan bir ataç yutmuş olmayasın?'' diye abuk bir soru sormuştu. ben de aynı inatla ''hayır!'' diyordum. daha düşünceli bir doktor olsaydı da önce bana atacın ne olduğunu gösterseydi keşke. zira ne olduğuna dair bir fikrim yoktu ve ben ''o ne ki?'' diye sormaya utanıyordum.

08 Nisan 2010

benim karnım acıktı. gelince seni kirleteceğim sevgili blog.

06 Nisan 2010

melek

bazen ben daha küçücükken hayatını kaybeden halamı geyşa kıyafetleri giymiş olarak görüyorum rüyamda. ardında inceden bir melodiyle, hüzünle. oysa tüm tanışıklığımız fotoğraflardaki güzel yüzüyle bakışmamızdan ibaretti. gördüğüm kadarıyla, gerçek anlamda hatrı sayılır derecede bir güzelliği varmış. hatta birkaç reklam çekimine katılmış, yerel bir televizyon şovu bile yapmış. ama hani hep denir ya; hızlı yaşayıp genç ölmüş. zamanın gazetesindeki ölüm haberi ''..melek..'' şeklindeymiş.
hep bana yıllardır bir şey anlatmaya çalıştığını düşünmüşümdür. çünkü rüya görülür, aylar geçer, geçer, sonra tam unutulduğu anda aynı rüya tekrar görülür. unutulmak canını sıkıyor belli ki, ya da özellikle benim unutmam.
hiç tanımadığım halde, benden yapmamı istediği bir şeyler var. bunun bilincinde olarak, artık her an onu bekliyorum. ya da belki de onun gibi olmayayım diye uğraşıyor. zira en yatkın benim bu tür durumlara. büyüdükçe, bir adım daha yaklaşıyorum demek. bakalım neler olacak.

04 Nisan 2010

söyle, sevmeden de sevemez misin bu haritasız gezgini?
ben seni görmeden de görüyorum ya, olmaz diye bir şey mi varmış?

03 Nisan 2010

öyle beyaz ki yüzün. öyle soluk ve öyle sert ki. bakışlarındaki sıcaklıkla öyle tezatsın ki sen. oluk oluk akmak geliyor da sana, tutuyorum. yığılıvermemek için yere, tutunuyorum bir küçük mermer avuca. soğuk akan terin kayganlaştırsa da elimi, bırakmıyorum yine. kayıp düşülecekse illa, o avuçtan kayarım diyorum.
beyaz, sıkı tut ellerimi.

02 Nisan 2010

bazı hataları yaşatmak adına.

''üzgünüm elbet, pek çok şey için. sesimi, nefesimi senden kaçırdığım için. şaka gibi tüm bunlar. ama o kadar çıkmışım ki ben olmaktan, durup seni ne hale getirdiğimin farkına varasım bile gelmiyor içimden. suçlama beni sakın. ben zamanında çok suçladım insanları da, ama hep yanlarına kaldı. dünya böyle dönüyor arkadaş. senin başına gelenlerde benim bir suçum yok. aynıları bana da oldu, o yüzden mızmızlanma bana.''
diyorum lafta. ama hala arıyorsun. ve açmamak inan beni acıtıyor.
çok değil birkaç ay sonra yüz yüze gelince ne yaparım-hiç bilmiyorum.

31 Mart 2010

üç boyutlu gözlükle görünen şeyler ne kadar gerçekse, ben de o kadar gerçeğim işte. dahasından kime ne?

29 Mart 2010

soru sormadan

elma yesem göbeğinden. gıdıklamam, söz. bir gününü ver bana. mayıs'ta bir gün. telefonlarımızı falan kapatalım o gün. her şeye bir gün ara verelim. dosta, sevgiliye bir gün ara, soru sormadan. sonraki gün tekrar başlarız. yine soru sormadan.

yani sen bana soru sorma, ben sorarım! hırrr

28 Mart 2010

teslimiyet yüzünü gösterdi. o zaman onu dinleyelim ve teslim olalım.
fakat fena güzel olan bu tür teslimiyet hadiselerinde nedense tıka basa doyamıyorum. çok güzel ilişkiler beni kendinden soğutuyor. canım dert çekiyor, tasalanmak istiyor. hoş dertlenince de cazgırlaşıyorum ''neden ben?'' diye. sahi, benim sorunum ne?

yeni biri var.

20 Mart 2010

löbi

kulaklarımda uğultulu bir muhabbet var, evde değilim. etrafımda tanımadığım kimseler, hararetli bir tartışmaya dalmışlar. birbirini neredeyse hiç tanımayan bu bir avuç insan nasıl oluyor da bu denli çok konuşacak konu buluyorlar, şaşıyorum.
bir otel lobisindeyim. acı acı gülüyorum çünkü otel lobileri bende küçüklüğümden beri bu hissi uyandırır.

şimdi de siyaset tartışılıyor. hiç ilgimi çekmeyen şu aptal siyaset.
kurtarın beni.

gideyim bir miller içeyim.
kurtarayım kendimi.

anne, beni merak etme. bir otel lobisinde hayatımın en kötü gecesini geçiriyorum.

19 Mart 2010

bir sınır, bir çizgi, biraz sorumluluk.

yepyeni olayım diyorum. tüm alışkanlıklarıma sırtımı döneyim. bağlılıklarıma son vereyim. fakat her seferinde daha da ileri atıyorum bu tarihi. zaman geçtikçe daha da tembelleşiyorum. değişim şart ama zaman geçtikçe değişimden daha da korkar hale geldim. biraz daha büyümeden ucundan başlamalıyım. yoksa günden güne kırılan cesaretim beni bir gün yok edecek. bitirecek. bitmek istemiyorum. bitmiş bir hayatın içinde kaybolmak hiç istemiyorum. biri elimden tutmazsa savrulup gidiyorum, lanet ediyorum bu duruma. niçin kendim idare olamıyorum bir türlü? muhtaçlık bana yakışmıyor. geç olmadan kurtulmalıyım bu durumdan. bir gün gelecek, ailemden ayrılacağım. çok çok az kaldı. işte o gün kendimi yersiz yurtsuz hissedersem-ki böyle giderse sonum öyle olacak- kendimden geçerim. dirayetli olmak şartını koymalıyım kendime. hayal kırıklıkları yıkıntılarım olmamalı. en güçlü ben olmalıyım. egoist olma sanatını layığıyla hayatıma dahil etmeliyim. hatta buna an itibariyle başlamalıyım. düşmekten korkmadan, başlamalıyım.

17 Mart 2010

iyisi mi gidip kitap okuyayım. yoksa af dilemek için çevremde dört dönene bir tekme savuracağım. hayır anlamadığım şu: eğer cevap vermiyorsam, hala öfkeliyim ve onunla konuşmak istemiyorum demektir. bu ısrar niye? ben en iyisi yatarak okuyayım bu kitabı.

öf ocakta kirpiklerimin ve kaşlarımın bir kısmını yaktım. uzar mı ki? LANET OLSUN ÇOK ÖFKELİYİM FAK.

15 Mart 2010

bir şeyler fazlaca yoluna girdi. nefes bile almak istemiyorum büyüsü kaçmasın diye.

12 Mart 2010

ben tezatlarımla varım.
ve sen de tezatlarınla varsın.
sus ve sadece var olmaya devam et.
tıpkı benim gibi.

sor bana

yoksun kalmak:
''soluklarda hissedilen korkunun hem sebebi hem de sonucudur. başkaldırış şartı vardır, en ufak bir umuda dayanırsa. direnmek güçtür, ağlatır, hırçınlaştırır. kimi zaman ölüp ölüp diriltir. can yakar, ruh sıkar.
insanlar yalnızca yoksun kalanlar ve kalmayanlardır. ortasına rastlanmaz. çünkü yoksunluk uzun vadede alışkanlık yapar. birine ya bulaşır ya da bulaşmaz. bulaşanın kurtuluşu yoktur. işler bir kez ters gitti mi geri dönülmez. ardı sıra faka bastırır. yoksunluk onlar için artık bir yaşam biçimidir.''

derdim eskiden. öyle değilmiş. ispatını sor bana.

09 Mart 2010

''hala öylesin''

..
A: yüklenme tek bir şeye, yıkılırsın sonra.
B: ama sevgi bu, sıcacık, salep gibi anne.
A: sevgi karmaşıktır, insanlara keza.
B: karmaşadan deliren kimseler hayli kötü durumdalardır öyleyse, bana keza.
A: kendini aklı başında mı sayıyorsun sen?
B: sayılır.
A: içine bir ayna tut, göreceksin neyin aslında ne olduğunu.
B: yırtınıp durmamın faydasızlığı, umarsızlığına keza daha çekilesidir belki, kim bilir?
A: yapman gereken tek şey; daha az düşünüp daha çok şey yapman bu aralar.
B: ne gibi?
A: yemek, içmek, gezmek gibi.
B: ruhumu mu atayım?
A: hayır, bir sandığa kilitle en azından. geçene kadar.
B: ya geçmezse?
A: neler geçti, hatırlasana!
B: küçüktüm o zamanlar.
A: hala öylesin.
..


05 Mart 2010

son cümlesi 'dünyanın ironisine başlarım be' olan yazı.

sevdiğim kişiye olan nefretim yüzünden aslolan sevdiğimden sırf sevdiğim de onu seviyor diye nefret etmişim. aptal mıyım? saf mıyım salak mıyım? aslolan sevdiğim daha sevilesiydi be. onu daha çok seviyorum. şimdi durup düşününce, neden aslolan sevdiğimden sırf daha az sevdiğim de onu seviyor diye nefret etmişim? oha şu an çok mutluyum. zira 6-7 aylık bir yük kalktı üzerimden. gözüm zihnim açıldı. dünyanın ironisine başlarım be.

04 Mart 2010

hiddetli bir iki satır

yeni hisler girdi bedene. biraz daha mı büyüdük? yaşlandık sanki çokça. durgunlaştık, dinginleştik. hasarları onardık. yeni hasarlara izin vermedik. tedbir alır olduk, risklerden kaçındık. bezginleştik. oysa daha çok gençtik, yepyeniydik. kandırıldık mı yoksa? kandırdık mı? eskiden birilerini tanrılaştırır, onlara tapardık. deli miydik? şimdi gelmiyor içimizden, öyleyse akıl fikir mi sağlamlaştırdık?
öyle yorulduk, öylesine kızdık ki.

tanıdık mı bu hikaye?
haydi gel, denizlere açılalım. dalgalarda soluksuz kalalım. kurtulalım.
haydi gel ve lütfen sen bari beni sevdiğini söylemeden sev.
sen birazcık gerçek sev.
birazcık soğutma kendinden, sadece sev.
sedece arkana dön ve elimi tut.
sev.
suskunca
sev.
dingince
sev.
sessizce
sev.

yalnızca sev.

02 Mart 2010

engelle ve sil. işte bütün mesele bu.

28 Şubat 2010

tütsü kokusunun en gerçek tadını alıyorum. sandal gibi. bu koku beni delirtiyor.

27 Şubat 2010

rüyalar gerçeğe

hey! bütün gece rüyamda gördüm seni. sabah sınavım vardı, bir kalktım aklımda buram buram sen varsın. böyle aptal aptal gülümsüyorum etrafa. halbuki sınava gireceğim kahvaltıdan sonra. gergin olmam lazım. yok. mutlu mesut girdim sınava. böyle rahaat rahaat çözdüm soruları. sınav çıkışı bile gülüyordum. sonra belki seni görürüm diye olabileceğin her yere gittim bütün gün. ehe. göremedim ama benzettim birçok kişiye.
bu gece de girsen rüyama, yarın da böyle bal gibi tatlı geçse keşke.

25 Şubat 2010

duvarda gölgen göründü bana.
göz kırptı, geldi, öptü.
kucakladı beni, aynanın önüne götürdü.
seyrettik birlikte aynadaki bizi.

mutluyduk sanki.
mutluluğu görmüştük aynada.
bizdik işte.

23 Şubat 2010

uzun kirpiklerinin ardındaki su pınarı, içtiğim.
bana içirdiğin damlaların. kana kana.
onları geri istiyorum.
verir misin?

22 Şubat 2010

farkettin beni.

21 Şubat 2010

miranda

olduğumuz gibi olmak pek bir hoşmuş.
konuşmadan anlaşmak.
ben tam aklımdan ''miranda'' demek geçerken ''bir anda'' dediğim anda birinin ''miranda'' demesi ne hoşmuş. -onu tam ben söyleyecektim.
zihinden anlaşmak ne hoşmuş.
üstüne gittikçe daha da gelişiyor, ne hoş bir durummuş bu yahu!
psişikleşiyorum gitgide.

kare kare

satranç tahtasındaki kareler kadar hayaller kuralım,
bize dair.
hani şu milyonlarca kareler kadar, tekli kareler, dörtlü kareler, sonu gelmeyen kareler kadar.
kare kare böleyim seni, sevmesi kolay olsun.

20 Şubat 2010

henüz dudaklarımda biraz mayhoşluk, biraz sıcaklık, biraz tatlılık, biraz tuzluluk, bir hayli korku ve daha da önemlisi merak var. bir de hayalperestlikten birincilikle mezun olacağım yakında. ne yapsam-ne etsem balkona çıkıp bağırsam mı!?

17 Şubat 2010

bugün gözlerinde gördüğüm neydi?
şaşkınlık mı? -muhtemel.
yarın da baksana bana.
nolur.

16 Şubat 2010

''henüz tek parçayken'', başlamalıyım.
bir sürpriz yaptım kendime.
başlamayı düşünmediğim bir anda başlayıverdim.
işin kuralı oymuş meğer, düşünmeden yapılan şeylerin tadı bir başkaymış.

en doğru zaman, zamansızlıkmış.

bazı insanların tuhaf görüşlerinin aksine, yeryüzündeki soyut kavramlara gözle görülüp elle tutulan maddelerden daha çok inanıyorum. mucizelere inanıyorum. telepatiye inanıyorum. aşka inanıyorum. tüm bunlara inanmayanları ise teker teker hayatımdan defediyorum. söyleyin sevgili okurlar, umudumuz olmadan nereye kadar dayanabiliriz? hep daha iyisi için yaşamıyor muyuz.? daha güzel olmak, daha zayıf olmak, daha kültürlü olmak.. sonrasında daha çok gülümseyebilmek için ağladığımız anlar olmuyor mu? kangren olan parmağımızı kesmiyor muyuz hep? her defasında daha müthiş bir tat alma arzusuyla öpmüyor muyuz sevdiğimizin dudaklarını? hatta bazen sevmediğimiz dudakları öptüğümüz bile olmuyor mu, belki sevdiğimizden alamadığımız tadı ondan alırız diye? hep en doğrusunu bulmak için yapmıyor muyuz ardı sıra yanlışları..? söyleyin sevgili okurlar, hislerimiz olmasaydı nasıl dayanabilirdik? nasıl kurtarırdık kendimizi? söyleyin..

14 Şubat 2010

sevgililer gününü taylan'la starbucks adlı kahvehanede karamelli frapiçino içip uykusuz okuyarak geçirmek. ve de frapiçinoya para vermemek, kremasını ise pipetle sıyırıp son zerresine kadar hüpletmek. işte böyle bir duygu olsa gerek 14 şubat. minimalist bir yapım var sanırım. üstüne bir de ''bugün 14 şubat oh yeah!'' diye sayıklayarak mala bağladım. olsun be. güzeldi. salçalı makarna falan da yedim öncesinde. mutlu etti beni tüm bunlar.

13 Şubat 2010

gecenin ayazı çarpıyor yüzüme,
bu denli üşümek korkutuyor.
ısınmak için sığındığım her kuytu ise baştan çıkarıyor beni.
zayıf bir nokta olsa gerek bu,
ama kime ne?

12 Şubat 2010

ne yani
pilates yapmak için mi aşık oluyoruz
yoksa aşık olmak için mi pilates yapıyoruz
yoksa pilatese aşık mıyız
yoksa aşık olduklarımız pilatesten dolayı mı bize karşılık veriyor
yoksa biz kaçık mıyız
biz neyiz?

myspace'de ''kapat ve görünmez olarak gezin'' şeklindeki ibareye tıklayıp birtakım kişilerin profillerine gizlice sızmaya bayılıyorum.

verdiği akıllardan ötürü anneme,
hep yanımda olduğundan ötürü merve güvenç'e,
kalın kaşlarından, dev boyundan, ilginç burnundan ötürü o'na,
''korkularını yenmek istiyorsan onların üstüne git'' sözünden ötürü de kendime..
sonsuz teşekkürler. ehe.
mutluyum, huzurluyum, bir de midemde kelebekler uçuşuyor.
lalala.

bir dönse arkasına, görecek onu süzen bakışlarımı.
daha neyi bekliyor ki?

10 Şubat 2010

gözlerimdeki endişeydi, karışıklığımdı her şey. istemediğim bir hayat yaşıyorum galiba, her insan gibi. herkeste kendimi arıyorum, yanılgılarsa kaçınılmaz sonlarım oluyor-çoğu zaman. düşüncelerim beni öldürecek dozdalar, yaptığım her hatayı bangır bangır bağıran. ama ne olmuş yani? beni benden başka düşünen var mı? yok. o kadar. küçüklüğümden beri üzgünüm hep. büyüdükçe de değişmiyor. bıraktım ben de.

04 Şubat 2010

alışveriş günü! yep

02 Şubat 2010

nefretin buz tutmuş solukları günü gören kar gibi eridi. tutamadım. tutamayacağım da. kendimi yok ediyorum, haberim yok. gözyaşları akıyor. buza dönüyorlar. durduramıyorum. kimselere de anlatamıyorum.

29 Ocak 2010

insana günde 2 saat pilates yaptıran güç : aşk

23 Ocak 2010

tipik

evet bugün tipik bir yarıyıl tatili öncesi karne günüydü. tipik bir karne aldım. tipik tepkilerimi verdim. tipik yalancıktan ''öğretmenim sizi çok özleyeceğim'' bakışlarını fırlattım. okul müdürünün tipik gaz veren konuşmasıyla kendimi bir bok sandım. hatta her dönem zırıldanan ''aal tüm alanlarda il birincisi'' cümlesine tipik gururlanmış gibi yaptım. falan.

15 Ocak 2010

yapayalnızım.
onun kalabalıklaştığını gördükçe daha da yalnızlaşıyorum.
ve onun mutluluğunu hissettikçe acım dayanılmaza ulaşıyor.
bunun adı ölüm.
geceden geceye.
ölüm.

aslında şu anda duygularım çoşmaktalar.
ama en sondaki kaydımda bir adet inek fotoğrafı var.
o yüzden duygusal şeyler yazamıyorum :()

11 Ocak 2010

temalı reklamı içerim

sütü seven insanlar için..
Posted by Picasa

10 Ocak 2010

çok çok eski kayıtlarımı okuyunca kendimden tiksiniyorum. peh!

uçurumun kıyısına kadar gelip geri dönmek dedikleri:

siyah, mor ve koyu yeşil harmanlanıyor. o muazzam renkler adeta bir bataklığa girip iğrenç bir renk cümbüşü haline geliyor. tiksintinin ötesinde hislerle donanıyorum. çevremi leş kokuları sarıyor, soluksuz kalıyorum. uğultular, fısıltılar ve kahkahalar birbirine giriyor. ölüm gibi.
bazen, aynı o filmlerdeki gibi kendi iç sesimi duymamak için kulaklarımı kapatıyorum. bazen sanki ruhum çıkıyor benden, elimden tutup uçuruma götürüyor. uçurumun kenarına gelince tekrar içime girip bana karar verme fırsatı tanıyor. bense oraya kadar nasıl geldiğime bile hayretler ediyorum.
bir gün oracıkta ya dengemi kaybedersem?

kuyucaklı yusuf'a başladım.
an itibariyle.

31 Aralık 2009

bugün bana yeni yıl mesajı atmayan tüm sevdiklerimi 2010dan itibaren sevmeyeceğim.!

30 Aralık 2009

bana biri çok kolay bir şekilde ''seni seviyorum'' dedi.
-seni seviyorum !
çok kolay ve çok çabuk söylenmiş bir söz.
çabuk seni seviyorum diyen çabuk bıkar gider.
lanet olsun.
oysa ben de seviyordum onu.
biraz daha sabredemez miydi sanki?
of ne yapacağım şimdi?
sonunu biliyorum bunların.

25 Aralık 2009

domuz gribi endişesiyle güzelim okulumda erkene alınan güzelim sınav tarihleri nedeniyle 45253686 haftadır aralıksız girdiğim sınavlar sonucu kurdeşen döktüm. ayrıca mübalağa sanatımı da yaparım böyle. daha da bitmediler o ayrı. neyse ben ders çalışmaya gidiyorum. işim uzayabilir, öptüm.

18 Aralık 2009

kürk mantolu madonna


asıl konuya girmeden önce de, girdikten sonra da beni tatlı tatlı ağlatan, durup durup gökyüzüne bakarak dalıp gitmememi sağlayan, daha ufacık olan ömrümle kıyaslayınca yaşadığın hüzünvari olayların ne denli yetersiz olduğunu görüp kendi kendime kızmama neden olan, sonuna geldiğimdeyse ''aşktan korksam mı ne yapsam?'' -hoş sanki korkmuyormuşum gibi- dedirten eşsiz roman.
bitmesini istemememe rağmen hemen başladığım gün bitiverdi. acaba yeniden mi okusam..doyamadım.
ama birkaç gün yeni bir kitaba başlamamak niyetindeyim.
zira etkisinden kurtulmak istemeyeceğim türden bambaşka bir deneyimdi.
Posted by Picasa

08 Aralık 2009

bir koku istiyorum.
küllere akan göz yaşları gibi
dumanlı, hüzünlü, ıslak bir koku.

06 Aralık 2009

sarılmak sarılmak

one more cup of coffee dinliyorum.
ama deli gibi.
eskiden de dinlerdim de bu başka. şimdi başkayım.
çok isterdim onunla birlikte dinlemeyi çünkü.
birlikte dans etmek isterdim.
birlikte film izlemek
yatmadan önce birlikte süt içmek
birlikte uyumak ama ondan önce uyanmak isterdim.
ona benden geldiği belli olan isimsiz mektuplar yazar,
üzerlerine parfümümden sıkardım.
öl dese gözümü kırpmadan ölüme giderdim.
şu anda da bir ölüden farkım yok çünkü.

yokluğunu varlığından daha çok gözümde büyüttüm, biliyorum.
ama bunun suçlusu o
gidiyorum demeyen o.
gittiğini bile bile gitmemiş olduğuna inandırdım kendimi şu iki çift lafı etmediği için bana.
öfkeliyim
ama onu çok nadir gördüğüm zamanlarda içimden ona sarılmaktan başka bir şey gelmiyor.
titriyorum
yolumu değiştiriyorum
midem bulanıyor
ama yine de ona sarılmak istiyorum.
ömrüm boyunca beceremeyeceğim ondan hesap sormayı.
çünkü her defasında sarılmak gelecek.

keşke tekrar çocuk olsam.
keşke

04 Aralık 2009

bir şehir istiyorum.
kokusuna bağımlı olup
sesine hayran kalayım
anılarıyla yoğrulup
dertlerine ortak olayım

az kaldı.
o gün gelince yağmurun ıslattığı kaldırımlardan bile hesap soracağım.
bekle, çok az kaldı.


derdim bir baltaya sap olmak mı, bir sapa balta olmak mı?
ikincisini istiyorum. kendimi kanıtlamak, yönümü çizmek istiyorum.
gelecekten korkmamak, hayatım boyunca zorla sokulacağım sınavlar için kaygılanmamak istiyorum.
yaşamak istiyorum ben, kendi yarattığım dünyamda.

28 Kasım 2009

ablam eski sevgilisi tarafından terk edildi. o yüzden evde hep damar şarkılar dinlemeye başladı. bıktım artık. nalet olsun. kafam şişti. of.

24 Kasım 2009

ünivertsiteye gidince kendime yeni bir blog alacağım. şimdiki aklım olsaydı ilkokulda da alırdım bir tane. büyüyüp evlenip çocuk yapınca çocuklarıma bu blogları zorla okutacağım. sonra bunu aile geleneği haline getirip bütün çocuklarıma kendilerine ait bloglar aldıracağım. onlar da büyüyünce kendi çocuklarına blog aldıracaklar. aman tanrım şu an önümdeki minimum 20-30 yılı çocuklarımın üzerine endeksledim. bu olamaz. nasıl bir içgüdüdür ki bu kendimi bir anda anne yapıverip bebeklerimin sıcaklığını bile hissediverdim. vazgeçtim. çocuk yaparsam hayatım kararacak.

23 Kasım 2009

bir gün gripten küt diye gideceğim. sürekli sürekli ve sürekli hastayım.

22 Kasım 2009

bir çığlık duydum. benden çıkmış. korktum ve yazdım.

1. gün
eskiden kendi kendime konuşmak için en azından aynanın karşısına geçiyordum. daha fena zamanlarda ise nadiren duvar karşına geçerdim. fakat şimdi nereye baktığımın bir önemi kalmadı. öfkeliyim. öfkemi kusmak için bulabildiğim her zımbırtının karşısında kükrüyorum. biri var. yüzüne küfretmek istediğim biri var. içimde, dışımda, aramda, sıramda, bütün düzenimin içine eden biri. şimdilerde yanlış yere kamp kurmuş. nerdedeyse yolumun üzerine düşüyor gölgesi. karşılaşırsam kendimi tutamam. kaçmak şart. hep kaçıyorum zaten. kaçmak kötü derler; her durumda değil. inanın karşılaşmak daha kötü. dahası, ben artık ben değilim. köprüden çok sular aktı.
**
2.gün
zaman geçmiyor. zaten sevmez beni zaman. biliyorum daha da geçmeyecek. aklım hep dolu, tek bir şeyle aylardır dolu. yavaş yavaş delirdiğimi biliyorum. o kadar hayal kuruyorum, o kadar düşünüyorum ki çoğu zaman hayalle gerçek birbirine giriyor.
onun olup olmamasının artık gerçekten bir farkı yok. gözlerim onu her an yanıma taşıyor zaten. gözlerim benimle oyun oynuyor diyorlar. ama onlar hiçbir şey bilmiyor. gerçeklere inanmayı çoktan bıraktım. ben artık başka bir boyutla görüyorum, neden anlamıyorlar?
geceleri yatağıma giriyor. bu hayal olamaz.
dokunuyorum ona. hayır, boşluğa dokunuyor olamam.
üzerinde hep okul gömleği oluyor, onu en son gördüğümdeki gibi. yeni yıkanmış gömlek kokusuyla kendi kokusu birbirine girmiş. bu karışımı ezbere biliyorum.
gerçek tüm bunlar.sizlerin tüm bunları hiç hissetmemiş olmanızsa kendi sorununuz.
sonra görüntüler, sesler, kokular karışıyor. dönmeye başlıyor. etrafta olan soyut, somut her türlü kavram dönüyor.
anlıyorum ki benim başım dönüyor.
ilk defa onunla dönen başım, artık her gece onun hayal olan gerçeğiyle dönüyor.
**
3.gün
hayatımdan dünü çıkarıyorum. hatta aynı dün gibi olan bugünümü de çıkarıyorum.
**
4.gün
aslında ben kendimi kandırıyorum.

20 Kasım 2009

''ruj lekesi'' adlı antalyalı grubun sahnesi çok güzel. fazlasıyla güzel.
aslında çok önce izlemiştim ama yeni yazmak geldi işte. rock' dark express'e de katılıyorlarmış. bence oy atıp destek olalım. bir işimiz çıkmazsa da gidip dinleyelim.

18 Kasım 2009

ezberleri sevmiyorum
çünkü ezberleyince aklımda gitmiyor
unutamıyorum
dönüp duruyor kafamın içinde
of ezberleri hiç sevmiyorum !

13 Kasım 2009

söyle

sevmeye ilk pürüzlerinden başladım.
teninde dolaştırdığım ellerimin ardında hissettiğim küçük ayrıntılarının, zihnimde canlandırdığım mükemmel senle yarattığı tezata tutuldum.
o minik minik pürüzler senin parmak izlerindi.
kimsede yoktu.
ben senin kimsede olmayan yerlerini sevmiştim.

peki şimdi ben ne yapacağım?
dokunuşlarımla ezberlediğim bir yoldun sen, ve gittin.
başka bir yol bilmiyorum.
söyle, şimdi ben ne yapacağım?

''büyü yaptım dün gece
eriyoruz birlikte
damla damla akıp
gidiyoruz meçhule''

10 Kasım 2009

eğer hayal kuramıyor olsaydım,
intihar ederdim.

06 Kasım 2009

beklentilerimi aştığım gün büyüdüğüm gündür.
keşke aşılamaz biriyle hiç tanışmasaydım.
ya da gördüğüm ilk gün yüzümü çevirseydim.
ama alnında yazmıyordu ki ''sen beni aşamazsın.'' diye.
ne bileyim.

16 Ekim 2009

erkek melek

yenik düştüm, intikam uğruna. bana bahşettiğin zaaflardan kurtulmak içindi hepsi. onlarsız yaşayamıyordum, fakat onlarla gurursuz bir melek oluyordum. erkek bir fahişeydim. beni kullanan kadınlardan nefret ediyordum. ama kadınlar yaşam pınarımdı. onlara zarar veremezdim. acımı kimden çıkarırdım?
ne olur al ateşi benden yüce ruh. böyle yaşamak zulüm, beter, acı. al ki; alayım intikamımı.
o ateş hiç gitmedi. içimde cayır cayır yandı durdu. öfkeliydim: zaaflarıma, kendime, kadınlara..canlı cansız her vücuda.
kendimi suçluyordum. melekler doğru yoldan sapmazdı; ben sapmıştım.
tüm gücümü topladım; önce tabiata savaş açtım. çoraklığı getirip hapsettim bu topraklara. rüzgar evini, su yapraklarını terk etti. kadınlar öfkeli, tehlikeliydiler.
bir gün çok kötü bir şey oldu. kalan tüm kadınlar birleşti. en güzel yönlerinden birer tutam katarak eşsiz güzellikte bir bakire yarattılar. saldılar bütün gecelerimi geçirdiğim nehrin kıyısına.
onu bir kere gördükten sonra vazgeçmem imkansızdı. diğer kadınlar gibi o da benim olacaktı. kaçtı benden, düştüm peşine. benim eserim olan çorak topraklarda koştu durdu. bir mağaraya girdi. gözden kaybolmasın diye daha da hızlandım. derinliklerine ilerledi mağaranın. ve birden yüzünü bana dönüp atıldı kanatlarıma. zaferime sıkı sıkı sarıldım..
birden eriyiverdi kucağımda. kanatlarımda incecik toprak oldu. yok oldu.
hapsetmişti beni mağaraya.

13 Ekim 2009

içerlerde kalmış bir iki satır.

bugün yoldaşımın andacını gördüm. tesadüfen. ona ait olan sayfayı açıp tüm yazıları noktası virgülüne okudum. kendime engel olmadan, sadece okudum. fotoğrafına bakıp gülümsedim. kimse tanımaz ya beni, herkese göre herkes yine herkes gibidir ya.. ben hayatımdaki en silik çizgilere bile çok önem verirdim de, yoldaşın bu kadar keskin bir çizgisi olabileceğine ihtimal vermemiştim. kahrolası özlem bu olsa gerek. gittiğinden beri görüntüsü aklıma her düştüğünde donuklaşıyorum. her yönden fazlaca sevdiğim biriydi o. umarım bunları okumaz. ama inanın, bu kadar üzgün olmasaydım yazmazdım.

06 Ekim 2009

deniz kabuğu rengi

turkuaz bir taşın mat yüzeyindeki siyahlıklar;
saflıkla karışmış kötü niyetli iyilikler ve
zihnimin en karanlık köşeleri gibi..
bedenim ise tamamen turkuaz.

seninkisi ne renkti?

deniz kabuğu rengi.

denizkabuğunun deseni, pürüzüyle,
krem rengi beyazı, en safısın.

kulağımı sana dayadığımda duyuyorum
dalga sesleriyle gizlediğin hıçkırıklarını..

ne olur korkma
ve kurtar kendini sevdiceğim
ne olur.

01 Ekim 2009

kül rengi

bir gün alevler sardı bedenimi. cayır cayır, acının doruğunda yanmaya başladım. o kadar yandı ki canım, yok olmak istedim. canımın acısına dişimi sıkarak yok olacağım anı bekledim. yandım yandım..
gitgide ateşim soğumaya, evriminin sonuna gelmeye başlamıştı. fakat bedenim yavaş yavaş hissizleştiği halde bir türlü yok olamıyordum. ufak ufak dökülmeye başlayınca anladım ki; küle dönüyordum.
somut bedenimdeki saklı kalmış soyutluğumdu kül. yanıp yanıp yok olamamanınsa en somut örneğiydim. narin dokunulmazsam dağılır gider, hele rüzgarlara hiç dayanamazdım. tepkiliydim.
silik çizgilerimin, belli belirsizliğimin, bulanık düşüncelerimin ve flu ruh halimin yeni yeni bilincine varıyordum. zamanla kendime alışmaya ardından da kabullenmeye başladım. ışığım cılız, fakat kendi kendimi aydınlatabilmemin verdiği mutlulukla fluluktan keskinliğe, grilikten siyahlıya kayar gibi hissediyordum kendimi. ancak hiçbir zaman ne gri ne de siyah olabildim. griden daha sert; siyahtansa daha narindim.
ben kül rengiydim.

20 Eylül 2009

cennet

camdan yansımasındaki fettanlığını
hakikatın ötesinde sergileyişi,
kokusundaki yumuşak dokuyla
gülüşündeki kıvrak çarpıklığı

yüreciğimi mi eritti?

gerdanıma yaslandı kuvvetli başı,
içime doldu çam balı tadı

zihnimde yankılandı o sabırsız tınısı
yoksa hep susmuş muydu?
ben mi tıkamıştım algılarımı?

iki ucu sivri bir dil beni sokuyor
zehrini akıtmak ona verilmiş soylu bir görevken,
tersine içime dolduruyor aziz okyanusu
tuzlu, karanlık dalgalar altında sakladığı cennete
elimden tutup götürüyor

gitgide bilincim kayıp gidiyor benden
sarhoşum, ve sonsuz mutlulukla harmanlıyım
cennetteyim..

10 Eylül 2009

şu dakikadan itibaren elime geçen her kuruşu biriktiriyorum. adımı varyemeze çıkaracağım. evet.

egoizmi hoş kılan şeyler

sen
bir bakmışsın orda
bir bakmışsın burdaymışsın
derinin altındaki kırmızı sıvı sana güç verenmiş tek
kollarını birbirine sarıp sarmalamışsın bedenini
kokunu almışsın
taptaze kendi kokunu
taptaze cildini çekmişsin içine
bedeninin girdapları varmış
karanlık köşecikleri sevmişsin
benimsemişsin onları
tüylerinin uzanış yönüne zıt
en sonundan en başına sürtmüşsün ellerini
pürüzler tekrar tekrar hoşuna gitmiş
ne hoş bir şeymişsin sen öyle.

09 Eylül 2009


suze rotolo ve joan baez denen kadınları kıskanıyorum. her nasıllarsa bana ne.
bob dylan benimdir.
Posted by Picasa

08 Eylül 2009

sonbahar mı geldi ne

hava da pek bir güzel oldu. demin balkona çıkıp rüzgara ve rüzgarın yüzüme çarptığı damlalara karşı durdum. üşüdüm ama özlemişim. hoşgeldin sonbahar..

07 Eylül 2009

karanlıkta parlak bir taş


gökyüzündeki ışık demetine hayran kalmamak elde değil. ay tam anlamıyla puslu gece. puslu ay'ı seviyorum. yatağımdan kaldırıp koynuna alıyor beni. ay'la aramdaki ilişkiyi bir kişileştirme yapmadan anlatmam mümkün değil sizlere. zira erotizmi sonuna kadar vurgulama zorunluluğu duyuyorum söz konusu ay'sa. bana tam anlamıyla erotizmi çağrıştırıyor. neden bilmem. ondan ne hoş bir sevgili olurmuş ama.

en güzel gecelerini hep dolunay'la yaşayan kadınları düşünüyorum. ne kutsal bir sır keşfetmişler öyle. evet, bence bu bizi tahrik ediyor. bütün aşkların ötesinde, kadının geceye-ay'a duyduğu aşk bambaşkaymış.

son zamanlarda yatağımın karşısındaki pencereden neredeyse sabaha kadar onu izliyorum. hareketlerine göre yatış şeklimi değiştiriyorum. kronik bir uyku probleminden öte bir durum, inananın. tamam, yastığa başımı koyduğum anda uyuyabilen biri olmadım hiçbir zaman. fakat ay'a duyduğum tutku da bir ''uyuyabilmek için sayılan kuzular'' etkiliği değil. bunu içimde hissediyorum.

kadınları anlamak ne kadar zorsa, benim kendimi anlayabilmem de bir o kadar zor. ama daha iyisini keşfedene kadar, şu an elimde olan tek şeyle yetiniyorum; ay.

içimde çok şey var.
hangi birini yazsam..?

size de hala dünyayı kurtarabilirmişiz gibi gelmiyor mu?

bir dişinin gözüyle;

ben bir erkeğim.
buğulu bakar, heyecanlandırırım.
genizden konuşur, iç gıcıklatırım.
terlediğimde daha seksi görünürüm.
dudaklarım hafif aralıktır, özellikle yaparım
karşı cinste aralık dudaklarımın kerametini çözme hissi uyandırırım.
içgüdülerimle beslenir, fantezilerimle tıka basa doyarım.
ben bir erkeğim: aşk nedir bilmem.

sisin içine baksak da hiçbir şey göremesek..
zaten böyle değil miydi sen merkezcilik.

05 Eylül 2009

bir ''ergen''in web günlüğü konu 1 aileyle çatışma

manyetizmanın baskın olduğu bu evrende zıt kutupların kadın tarafında yer almak beni korkutuyor açıkçası. değişken duygular denen olay aslında tam anlamıyla bir saçmalıktan ibaret değil. dağ gibi bir gerçeklik payı var, evet. bizzat biraz önce yaşadım. hem de aynı insan soyundan gelmiş olduğuma inanamadığım sevgili annemle. eğri oturup doğru konuşmak gerekirse, üzerime gelen tek kişilik aile zamozingosundan bir o kadar bıktığımı belirtmeliyim. o meşhur cümleyi yazmadan edemeyeceğim sevgili okurlar. dibine kadar da hakediyor:
''ben senin gibi olmayacağım, anne.''


bunu yüzüne de söyledim. aldığım tepkiden biraz gözüm korkmuş olsa da, yine olsa yine de söylerdim. bana neler neler dedi:
''nasıl bir kişiliğin olduğunu anlayamıyorum.ukala..ben seni böyle yetiştirmedim..vs''

yanlış okumadınız, sırf kendi fikrimi beyan ettiğim için bana ukala dedi. oysa ki ben, heryerde ve her zaman ''başkalarının hoşuna gitse de gitmese de, içinden geleni söyle'' temalı bir kişilik çizmişimdir. ve benim kişiliğim hakkındaki bu kritiği en iyi yapabilecek kişi yine kendi annemdir. söyleyin sevgili okurlar, annemin bu kritiği yapamamış olması yine benim suçum mudur?
bu mudur arkadaş ya?

günün özeti kardeş

merhaba dünya.
bugün elime eski bir defter ve bastırarak yazınca ancak kesik kesik çizgiler çıkarabilen bir kalem almak suretiyle aşıkken oraya buraya karaladığım bol melankolik şiir benzeri yazıları temize çektim.
elime bir şey geçti mi dersiniz?
hayır tabiki.
mutlu sayılırım ama.

hadi bay.

04 Eylül 2009

''tutkular evreni''

03 Eylül 2009

lydia

al al dudaklarındaki kırılgan tebessümdü, daracık sokağı güneşin dünyayı aydınlattığı gibi aydınlatan. gülümsemesindeki içtenliği o kadar gerçekti ki, yumuşak, uzun kirpiklerin çevrelediği koyu kahverengi gözlerindeki ıslaklığı hiç farkettirmemişti. naif bakışlarındaki derinlik, insana ''bu bir rüya olmalı'' hissini verecek cinsten gerçeküstüydü. üzerine geçirdiği erguvani entarisi ona adeta bir prenses zerafeti yüklüyordu. e hakkını verdiği de ortadaydı genç kızın. ama o ne olağanüstü güzelliğini umursuyor, ne de zerafetini korumak istiyordu. kendisine doğuştan bahşedilen bu eşi benzeri görülmememiş özellikler onun için en ufak bir anlam ifade etmiyordu. dertliydi genç kız. gönlünü kaptırdığı adam basıp gitmişti uzaklara. tek bir laf etmeden.
evdekilerden saklı çorabına yerleştirdiği sigarayı çıkardı, yaktı bu karmaşık düşünceler içinde. olağanüstü güzelliğini bu görüntüyle mahfetmesine aldırmadan çekti içine dumanı. en içine. içmezdi sigara aslında. bulmuştu birinden, efkarından yakmıştı işte.
birlikte keşfettikleri sokaktı bu daracık yer. gizli gizli buluştukları, hasret giderdikleri yerdi. kendini ilk defa bir çift dudağa teslim ettiği yerdi. son günlerde ilk defa buraya gelecek cesareti bulmuştu kendinde. buruk ve puslu bir mutluluk yayılıyordu hücrelerinden o anlarda.
koyu renk gözlerindeki ıslaklık birikip son kez bıraktı kendini, damlalara teslim oldu..aktı aktı. evet, son kezdi. puslu yaşlar yerini koca bir boşluğa bırakacaktı. son sigarasıyla birlikte hayatını da söndürecekti genç kız. onu başka bir dünya uğruna bırakıp giden sevdiğine söyleyeceği bir çift söz vardı. söylemeden rahat edemeyecekti. sigarası söndü. ardından sessiz bir yolculuğa çıktı, yine al al dudaklarındaki o kırılgan tebessümle. sevgiliye adanan upuzun bir yolculuğa.

02 Eylül 2009

bu da benim denemem


denizde yaşamak istiyorum. taa içinde, en içinde. kulaklarımın hep bir basınç hissiyle dolmasını, en sonunda da hissizleşmesini istiyorum. hani kulağımıza deniz kabuğu dayarız da onun çıkardığı ''deniz sesine'' olan hayranlığımızı anlata anlata bitiremeyiz ya..işte onu istiyorum. kaslı ve büyük balıklardan bir kocam olsun. hatta defalarca dul kalıp defalarca aşkı yeniden bulmak, defalarca yeniden evlenmek istiyorum okyanusun o yakışıklı ve dev balıklarıyla. hayır, anne boleyn'e özenip saraydaki bütün adamları (benim hikayemde adamlardan kastım balıklar) yatağıma almak değil tabi amacım. ama sevgili boleyn kadar istenen, onun kadar göze batan biri olmak da fena olmazdı hani.
anne boleyn hikayesini sevmiyorum aslında. bana güzel paketler içinde sunulan kötü kötü armağanları hatırlatıyor. nedenini inanın bilmiyorum. tamam, biliyorum. ama beynimin en ücra köşesinde bulunan sandığın içine saklamışım zamanında. üstüne de eski giysidir, yatak örtüsüdür,.. ne bulursam yığmışım. şimdi sırf siz okurlarla paylaşmak için kendimi bu zorlu işe adamak istemiyorum açıkçası.ehe
bir ayaklarıma, bir aynadaki aksime bakıp duruyordum işte tam bunları düşünürken. kafam inip kalkıyordu. 15-16 yaşında sayılabilcek biri için pek normal şeyler değildi aslında tüm bunlar. ben mi kendimi çok beğenmeye başladım, yoksa dünyanın çivisi çıktı da ondan mı karşısına geçip bazen mantıklı, bazen mantıksız da olsa bir-iki kelime edebilecek kimse kalmamıştı çevremde. anlatamadığım için karalayıp duruyordum biryerlere, kelime süsü vererek tabi. yıllar geçiyordu ve ben gitgide çevremdeki dostların birer ikişer gittiğini, onların yerine katlanarak çoğalan içi boş-dışı daha da boş insanların türediğini görüyordum ortalıkta.
bu komedyaya yapılacak birşeyler yoktu işte. ancak denizli balıklı hayaller kurar, mutluluğu düşler dururdunuz. hayır, balıkları küçük gördüğümden değil, sadece olaya trajikomik bir boyut kazandırmak adına elimden gelmeyen şeyleri dahi devreye sokmaya çalışıyorum. nedensiz bir şekilde evim, okulum, arkadaş alanım ve civarı her zaman benden daha az zeki kişilerce işgal edilmeye başlanmıştı çünkü.
hayır! dedim. evime bir yığın kitap aldım okumak için. zaten çok okurdum, severdim; şimdi daha da okumaya verdim kendimi. romanlardaki bazen acı, bazen tatlı, bazen komik, bazen trajik, bazen romantik, bazen de erotik sahneleri bir bir canlandırdım gözümde. her sahnenin başrolüne kendimi getirip, bu yeni nesil modern ve boş zamanlardan kurtulmak için canımı dişime takarak okudum. bazen eski roma'ya gider filozoflarla muhabbet eder, bazen rusya'ya kaçar yasak bir aşk yaşardım. sonunda herkesten farklı yaşar, herkesten farklı düşünür, herkesten farklı soluk alır olmuştum. çok derin aşklar tatmış, çok daha derin acılar çektiğimi hissetmiştim. çok derin kavgalar edip, çok büyük mutluluklarla çepeçevre sarılmıştım.
farklı bir boyut istedim-her zamanki gibi. belki herkesle aynı olan başlangıcımı farklı bir süreçle bağlayıp, farklı bir sonla noktalamak istiyordum. bu hataydı ya da değildi, doğruydu ya da yanlıştı-farketmez. ben öyle olsun istiyordum. farklı olmak dileğiyle yanıp tutuşuyordum her daim. küçükken de böyleydim. herkes doktor, öğretmen..vs olmak isterdi, ben sıvı sabun olmak isterdim. bütün çocuklar deniz kıyısında kumdan kaleler yaparken ben o kumların tadını merak eder, yerdim. kreşin tuvaletlerine ''çocukların temiz tuvalet alışkanlığı'' esas alınarak koyulan tuvalet kağıtlarını düzgün bir şekilde elime sarar, koparır, cebime yerleştirir ve gözetmen öğretmenlerin sınıftaki kör noktalarını keşfedip yanıma minik yandaşlarımı da alarak ''tuvalet kağıdı yeme partileri'' düzenlerdim. o kağıt parçalarını bile yer, yedirirdim. aynı şimdiki lise tuvaletlerinde ''sigara içme etkinlikleri'' adı kullanılarak, öğrenci klüpleri dayanışması edasıyla yapılan aptal organizasyonlar gibi.
zevklerime çok düşkün olmam benim suçum değildi heralde. gerçi benim suçum bile olsa bu kimi ilgilendirir, kime beni yargılamak düşerdi ki? söz dinlemeyen, hayatı son damlasına kadar içen olacaktım. bir yudum ısırıp bırakamazdım ki._.

29 Ağustos 2009

cidden merak ediyorum. bu hayallerimin erkeği UMUT birgün benle evlenir mi? (tebessüm)

bu hikayenin bir kısmı cidden gerçektir.

biraz önce aptalca birşey yaptım.
hanımefendilere hiç yakışmayacak bir davranış.
küresel ısınmanın da parmağı var o ayrı.
tanrım sen beni sınıyor musun?
odamda yatağa bir güzel yatmış, kucağımda bilgisayarımla usul usul internette sörf yaparkene
fena, fesfena bir sıcak hava dalgası hücum etmez mi!
sanki cehenneme giden alev topu yolunu şaşırmış da odamın içine düşüvermiş gibi
bende bir terlemedir gidiyor
sayıp sövüyorum greenpeace'e (tabi greenpeace'in ne suçu var. dünya için ellerinden geleni yapıyor insanlar. benim sıcaktan beynim döndü heralde. neyse)
sen eylem yap onu yap bunu yap, sonra gelsin dandik bir alev topu hoop odanın içine etsin.
dedim ki açayım klimayı bu çile sona ersin.
başka çarem yok açmazsam buharlaşacağım,
bastım düğmeye çak diye
bir şey üflüyor ama,
vücudumla aynı ısıya sahip olan bir şey sanki
neyse kapadım kapıyı pencereyi iyice soğusun oda diye.
benim emektar klima bir garip arkadaş,
3-5 dakka geçmeden aldı mı beni bir terleme yine
bozulmuş kafası sadece sıcağa çalışır olmuş .
bende meydana gelen sauna etkisinden sonra
aldım elime klima kullanım kılavuzunu,
saydım sövdüm yetkili mail adresine.
beni ne kadar taktılar bilmem, 3 gün oldu bir ses soluk çıkmadı heh
inat ettim başka odaya gitmem dandik bir sıcak için dedim
eskiden klima mı varmış
illa odamda kokuşacağım sıcaktan
öleceksem bile, odamda öleceğim dedim
pes edemezdim.
hemen geçici çözümler aramaya koyuldum,
aklıma soğuk bir şeyler içmek geldi
gittim buzdolabına
açtım kapağını
yüzüme çarpan buz gibi bir hava dalgasıyla, kendimi çiçek bahçelerinde uğur böcekleriyle oynuyormuş gibi hissetmiştim.
tam önümdeki rafta duran üstü küflenmiş yeşil yeşil bitkiler çıkaran köfte parçaları bile kendimi kötü hissetmeme imkan vermemişti.
tanrım bu ne büyük ne güzel mutluluktu böyle.
içecek almayı falan unutmuş kendimi buzdolabının eşsiz sırlarla dolu rengarenk dünyasına kaptırmıştım.
içeri biraz daha sokularak kendimi kapakla rafların arasına iyice sıkıştırdım,
tatlı tatlı diyarlara upuzun yolculuklar yaptım.
o şekilde ne kadar durdum hatırlamıyorum..
sıcaktan cinnet geçirmek dedikleri olay bu olsa gerek, zaman kavramımı yitirmişim adeta..

o güzel anlardan, bir anda kapının çalınmasıyla kendime geldim
gelen yan komşuydu; bana içecek soğuk birşeyler getirmişti.
içeri girip, bana; karşı apartmandaki buzdolabında donarak can veren küçük ali'nin hikayesini anlattı..
kanımın donduğunu hissettim.

bu kadın cadı mı?


..

karalama falan (karanlık korkum)

karanlığı sevmediğim halde hala patlayan ampulümün yerine sağlam bir ampul takamadım. takamadım derken lafın gelişi tabi-zaten ben tek başıma tavana çıkıp da ampul falan takamam.- o değil de ciddi anlamda karanlıktan korkan biri oldum. yuh 16 olacağım yakında. hatta18 falan. karanlıktan korkulur muymuş bu yaşta? annem hep ''ayaklarının üstünde durmalısın'' gibisinden şeyler söyler. ama karanlık diyince tüm cesaretimi yitiriyorum. nasıl ayaklarımın üstünde durabilirim ki? gerçi alakasını benim gibi sizler de anlamadınız. yani okumaksa tamam, okuruz zaten; iyi okur, iyi yazar, iyi düşünür, iyi aşık olur, iyi acı çekeriz..vs ama tüm bunlar benim karanlık korkumu yenmeme bir gramcık yardımcı olmuyor. zaten uykusuzluk problemim de var. yatak örtüsünü karabasanlara karşı başıma kadar çekme durumları, aklıma hep iyi şeyler getirmem gerektiği baskıları..ne ararsan var. bir de arada annemle yatarım hehe. aslında genelde annemle yatıyorum bu ara. sevgili babam uzak diyarlara göç etti. annemle koyun koyuna tüm günahlarımdan arınıyormuş gibi yaparak geçiriyorum karanlık gecelerimi.
ve sen sevgili okuyup bir şeyler kazanmaya çabalayıcı; bana karanlık korkumla yüzleşmem gerektiğini sen söyledin! sırf senin için kelimelere dökmeye çalıştım bunları. işte şimdi yöntemin işe yaramış mı yaramamış mı bakmaya, yani yatmaya gidiyorum. bay cicim.

28 Ağustos 2009

bir rüya gördüm

bir kolye ucundaki bordo çiçek girdi hayatıma. ters-yüz oldum.
dedi ki bana: ''bembeyazken, kasvetli bir sarıya dönüşüveren yarım ay gibisin. çift taraflı aynanı oyuncak ediyor, insanları aynanın bir yüzüne terk edip diğer yüzünden hayatlarını izleyip duruyorsun.''

bir gün biri aşındırmış kapını,
en az senin kadar sinsi, ama yine en az senin kadar da masum görünen biri.
tek amacı varmış
o güzeller güzeli aynanı, tek oyuncağını-aynı zamanda insanoğluna karşı kullandığın tek savunma silahını ele geçirmek.
almış tek eğlenceni
mutluluktan farkına bile varmamışsın elinden kurnazca alınan oyuncağının.
giderken lanetlemiş seni.
hastalanmış, yataklara düşmüşsün.
bir rüya düşmüş zihnine son anlarında;

sinema salonunda dudaklarında hissettiğin o tat,
yumuşakça seni öperken aynanın diğer tarafından sana sinsice gülüyormuş.
görmemezlikten gelip sıkıca gözlerini yumduğun o anda,
senin tuzağına düşürmüş seni.
senin silahını sana karşı kullanmış.
film bitmiş.
rüya bitmiş.


..

26 Ağustos 2009

saolunuz saolunuz.
yeni yeni oylar için saolunuz.
benim duyarlı çevrem saolunuz.

25 Ağustos 2009

HOP BU BİR UYARIDIR.

bloğuma girip de şu ''beni tanıyor musun?'' adlı saçma salak birtanecik anket soruma cevap vermeyen insanları kınıyorum. elinize mi yapışacak? bi tık ya bi tık hop oy gönderiyorsunuz bitiyor. 3 gün oldu zar zor 1 kişicik -ki o da halime üzülmüş olucak ki- iyi kalpli cansın (A) oy kullanmış. kendinizden utanıp cansın'ı örnek almalısınız. çok sinirlendirdiniz beni. öptüm bay.

22 Ağustos 2009

biraz kan biraz fantastizm biraz saçmalık


kaç zamandır ortalarda olmamamın sebebi işte bu vampirler. yaz gelince sıcak falan derken iyice açılıp saçılıyor insan. e haliyle bu sıcak yaz gecelerinden birinde yatağıma kurulmuş -açık saçık bir şekilde- yatıp, yeni yeni meşhur olan o vampir-kurt-gece evi-yarasa okulu gibisinden kitapların birini okurken kendimi hipnotize olmuş buldum. ben, daha nerdeyim-bana ne oldu-kimim ben gibi soruları sormaya fırsat bulamadan dandik de olsa o kitapları okumama olanak sağlayan tavan ampulüm bir disko aparatı gibisinden yanıp sönmeye başladı. pencereden gelen önce hafif sonrasında şiddetli bir esintiyle ürperdim. tam aman tanrımdı.
aman tanrım
aman tanrım
aman tanrım
ıyk. karşımda bram stoker'dan fırlamış sayın dracula, benim her an ''belki intihar ederim'' diye çekmecemde sakladığım jileti eliyle koymuş gibi bularak sırf geçen gece sıkılıp tekrar tekrar izlediğim filmindeki o içimi burkan ''jiletle kendi dilini kesip kanını içme'' sahnesini -beni çok sevdiğinden olucak ki- bana tekrar yaşatma lütfunda bulundu. bütün hayatım yüzüm ekşimiş bir şekilde aklımdan film şeridi gibi geçerken..geçerken..geçerken..ımm gerisi koca bir karanlık. elementlerle ilgili bir gücüm olsaydı da şu dracula'nın son yarım saati hafızamdan silme olayına karşı koyabilseydim keşke.
keşke
keşke
keşke
neyse sonuç olarak muhtemelen beni ısırıp ırzıma geçmiştir pislik. yani tekrar sonuç olarak vampir olmuşumdur heralde. kanımın tadı pek hoş değil ki içmemiş bütün kanımı-ölmemişim dolayısıyla- hehe.
neyse ki şu yeni nesil duygusal ve de romantik vampirlerden değildi karşıma çıkan. aşık falan olmadı bana. gerçi olsaydı da çok fantastik ve müthiş ego tatmin edici bir ilişki yaşayabilirdik belki. gerçi benimkinin hala beni ısırıp kaybolabileceğine ihtimal vermiyorum ben. elbet bir gün geri gelir. şimdi kısmet değilse belki yarın belki yarından da yakın bir şekilde beni bulur diye avunuyorum. o zaman biraz cilve yaparım sonsuza dek mutlu yaşarız. gerçi herkes beyaz atlı prens falan beklerken ben niye bu kan emicinin yolunu gözlüyorum-anlamsız. belki de
belki de
belki de
belki de
damgalanmışızdır. .(kalp)


niHAHAHA..yankı yankı yankı
Posted by Picasa

22 Temmuz 2009

yalanlar.

yalanlar yöneten dünyayı
başı sonu belli olmayan
ucuz amaçsız yalanlar
bazen bir kızı etkilemek için söylenen
bazen gerçek dünyadan kaçışın tek yolu olan
minik minik görünen dağ gibi yalanlar..

19 Temmuz 2009

kelebek kız

*kız aldı eline şiir kitabını. ezbere bildiği her şiiri, her dizeyi, her noktayı, her detayı tekrar takrar okudu. kitabın eski görüntüsünden hoşlanıyordu, kendini dizelere saklamış hisleri keşfetmeye bayılıyor; kitabın kokusunu içine çekmekten çok büyük bir haz alıyordu.

günlerdir beynini uyuşturmak için elinden geleni yapmıştı. geceleri evin içinde dolanıp durduğundan, gündüzleri yorgun göz kapaklarıyla sonu gelmez kavgalar ediyordu. her seferinde savaşı kaybediyor, sabaha karşı uykuya dalıp ancak akşamları uyanabiliyordu. ama halinden 'memnun' sayılırdı. e idare ediyordu hani.
yine böyle bir gecede, uykusu kaçmış ve eline aynı o eski şiir kitabını almıştı. loş ışıkta, gözleri sulana sulana inatla ''ay büyür geceleyin..'' dizesini tekrarlayıp duruyordu. 7. seferden sonra ne yaptığının farkına varmaya çalışarak kırpıştırdı gözlerini. üzerine uyku çöker gibi olmuştu geceler sonra..ama hayır. uyku muydu uyanıklık mıydı, ya da ikisi arasında birşey miydi bu? bir de düş mü görmeye başlamıştı yoksa? karşısındaki kız, aynı onun aynadaki aksi gibiydi. gibisi fazlaydı aslında; kendini gördü karşısında, loş ışıkta ona ters ters bakan suratını..
elinden tuttu tıpkısı olan kız. onu kaldırdı yatağından, ama yalpaladı. tıpkısı olan kız diğer eliyle belinden kavradı, usulca çıkardı odadan. yürüttü geceye, kaçırdı yuvasından. itiraz etmedi kız. hep birinin onu bu hapishaneden çıkaracağı günü bekliyordu zaten. sustu. hep susardı. bezmişti zaten. niye inat etsindi ki?
bomboş yola çıktılar birlikte. o işlek yolda, ortalıklarda bir tane bile araba görünmemesi tesadüf müydü?-bunu düşünmediler bile. bir şarkı mırıldandılar birlikte. ''yalnızlık paylaşılmaz'' diyen herkese inat ettiler o gece. kız yalnızlığını gayet güzel paylaşıyordu tıpkısı olan kendisiyle. hem herkes bir yığın arkadaşa-dosta-kısacası başka insanlara sahip olarak mı gelmişti bu dünyaya sanki? eğer kendisinden başka birilerine ihtiyacı vardıysa insanın, o zaman yalnız çıkılmazdı bu yola en başında. ''eğer ikiz üçüz dördüz beşiz..vs değilsen tek başına idare edebilirsin demektir'' diye düşünüyordu kız. haklıydı da.
tıpkısı olan kendisi, kızın elini daha sıkı kavradı. koştular birlikte karbeyaz bir dünyaya. kimseye güvenmezdi de kız, durum başkaydı şimdi; tıpkısı kimse değildi ki. kendisine güvenmeyecekti de kime güvenecekti sanki? düşünmedi bu yüzden ne yaptığını. nasıl bir dünya diye sormadı tıpkısına. kötülüğünü isteyecek en son kişi kendisiydi sonuçta.
her yer beyaz oldu bir anda..bembeyaz. inanamadı kız gözlerine. bu beyazlık, canından çok sevdiği beyaz kelebeklerin beyazlığıydı. heryerde uçuşuyorlardı. ama bir farkla; tıpkısı, kızın elini bırakmış ve uçup gitmişti. artık onlar da birer kelebekti. ve bu gerçek, başka bir gerçeği de beraberinde getiriyordu: yalnızca bir günleri kalmıştı.
uçtu, uçtu kelebek kız. bir gün boyunca uçtu bembeyaz dünyasında. çok mutluydu, gerçek olamayacak kadar güzeldi her şey. fakat sınırlıydı her güzel şey.. sıra intihar etmeye gelmişti. kelebekler o bembeyaz dünyanın bedelini teker teker sonsuz karanlıklarına gömülerek ödüyorlardı. kelebek kız korkmadı. karanlığını görmeden önce durup bembeyaz dünyasıyla vedalaştı. sonra bir an, kendisi olan kızı milyonlarca kelebeğin içinden buldu, gözleriyle teşekkür etti. ve feda etti ufacık ömrünü..

*eğer kız tıpkısıyla karşılaşmamış olsaydı, şimdi hala kapkaranlık ve ıstıraplarla dolu upuzun ömrünü lanetler ederek devam ettiriyor olacaktı. içindeki sesi dinledi, ufacık ama bembeyaz bir yaşamı tercih etti. (şiir kitabı asla unutulmayacak.)

15 Temmuz 2009

concert hatırası:D
ehuehuehuehuheu.
*yeşil etekli fıstık benim.

Posted by Picasa

14 Temmuz 2009

eli kolu bağlı kızım ben. istemiyorum kaç gündür soluklanmak. tıktım kendimi daracık bi şişeye, oracıkta büyüyüp duran; çıkış yolundan sığamayan kızım ben. korkuyorum bu şişecikte. beyaz kelebekleri bekliyorum. çevremde uçuşup beni gıdıklasınlar istiyorum. kanatları çok sağlam olsa, tutunsam da kopmasalar istiyorum. beyinleri olmasın istiyorum. beyne gerek yok. ben severim onları, düşünme yetisine gerek olmasın istiyorum. beni sevsinler istiyorum. gecenin zifiri karanlığında bir tek beyaz kelebekler yanımda, onların sevgisi gerçek..istiyorum.

05 Temmuz 2009

bugün de geçti gitti;
ve bugün de birşeyler öğrendim.
anladım ki arkadaşlar tapılması gereken varlıklar..
hele de bir kızsa sabahtan akşama tembellik yaptığınız kişi; bir başka güzel (:
erkekleri boykot ediyorum bugün.

Posted by Picasa

03 Temmuz 2009

garipçeydi kız

garipçeydi kız,
çıkmaz sokaklar süslerdi hatıralarını
hatırlar, garipserdi
susmak gelir,
susamazdı..
unutmak istemezdi hiç
yummazdı gece gözlerini,
hep önüne getirirdi o hızlı atan kalbi
ama garipçeydi kız,
adım atmaz, geri de gitmezdi
isyan etmezdi hiç
eskiye bakıp gülümserdi
kin tutmayı bilmez,
gönül koymayı beceremezdi
garipçeydi kız..
derdini anlatmaz,
kimseler de anlamazdı
susarak geçirir ömrünü,
laf yapmayı bilmezdi
korkardı kırılmaktan
kaçardı dünyadan..
garipçeydi kız..
pembe başlayan rüyasını
bembeyaz bitirirdi..

02 Temmuz 2009

düşüp de ağlamayan

mor bulutlar altında,
loş ışıkta
bir başkaydı yakutlar,
bir başka bakıyordu etrafa
korktum onlardan;
korktukça sokuldum..
boşverdim kendime,
yok saydım ateşi
ben yaşar, ben bilirim
tekrarı olmam evrenin.

01 Temmuz 2009

nastenka'ya

nastenka'yı düşündüm bugün. nastenka güzel, nastenka masum..ninesinin eteğinde geçirmiş 17 yılını. korkuyormuş dünyadan. hep saklanırmış insanlardan. köprünün demirlerine yaslanmış ağlarken yıllarını adadığı adamın hayali çıkagelmiş yine. herzamanki gibi, denizi birbirine katıp dalgaların uğultusuyla göstermiş kendini. sessiz çığlıklarını duymuş adamın. titremiş nastenka, hatırlamış geçmişini. tozlu gece korkutmuş onu yine. kaldırımlara bakamamış bile. dünya, içine alıyormuş; yok ediyormuş nastenka'yı. beklemeye dayanamıyormuş artık. gözlerini kapamış, düşler görmeye başlamış nastenka. kendi elleriyle yeni bir dünya kurmuş düşlerinde. dalgasız bir deniz yapmış, ufak bir tekne almış. yanına da sevdiği adamı koymuş. korktuğu gecelere inat; kurduğu dünyada hep geceleri yaşamış nastenka. yapayalnız dünyasına inat; birsürü arkadaşla donatmış çevresini. kısık sesli müziklerle dans etmiş, sevdiği adamın kollarında. kimseye hesap vermemiş, çünkü hesap soracak herkesi atmış dünyasından nastenka.
kurduğu dünya öylesine hoşuna gitmiş ki nastenka'nın; nasıl o hayata sahip olabilirim diye düşünmüş hep hıçkırıklarının arasında. ne kapkara kirpiklerindeki ufak kristaller yardım edebilmiş nastenka'ya, ne de sevdiği adamı içine çeken o karanlık dalgalar..
varlığını hissedemeden yokluğuna alışmak istemiyormuş nastenka. bir ses duymuş o karanlık gecenin tehlikeli dalgalarından, fısıltı gibi bir ses..
-gel!
''gel'' diyormuş sevdiği adam. durup düşünmemiş bile, karartmış gözlerini nastenka. sıkı sıkı tuttuğu köprünün demirleri kaymış gitmiş ellerinden.. nemli kirpikleriyle bırakmış kendini karanlık dalgalara-sevdiği adamın kollarına..
-geldim.

28 Haziran 2009

leech der ki

boşlayasım geliyor bugün dünyayı
aya gözlerimi kırpıp
güneşle aydınlık yarışına giresim geliyor bugün
çimlerde amuda kalkıp
civcivlere yumurta akı yediresim geliyor
ayakkabılarımı bağlamadan çıkıp
güneş gözlüğümü atasım geliyor bugün
telefonlara çıkmayıp
bilmediğim bir evin altındaki ağacın gölgesinde uyuyasım geliyor
noktalama işareti kullanmadan yazı yazasım
100 gr toblerone a yumulasım geliyor bugün
hesapsızca yaşayıp
nefes almaya çalışasım geliyor bugün

aklımda yoksun bugün
getiresim gelmiyor seni

giderken

gidip geliyorum. ''gitmek ve kalmak''ın hesabını hiç bu kadar yapmamıştım. gerçekten zor. çok insan var, çok olay , çok gürültü, çok kavga var. aile var, dostlar var, arkadaş dediğimiz kimseler var. başa çıkmak gerçekten zor. dünya saygısız yetişiyor, dünya meraklı, dünya acımasız. dünya; ''rahat bırak beni'' dediğinde inadına rahatsızlık gören insanlarla dolu.
çok kalabalığız, o nedenledir ki karambole gidiyoruz her birimiz. nefes alabilmeyi bir lütuffuş gibi sunuyorlar önümüze. çünkü bu karmaşada nefes alabilmek gerçekten imkansız.
''seni anlayabiliyoruz'' diyen bir ailem olmasını isterdim. yanlız kalmaya ihtiyacım olduğu anlarda üzerime gelmeyi bırakıp içime gömülmeme karşı çıkmayacak bir aile. fazla meraklı olmayan, hayatımın iplerini sorgusuzca elime verebilen bir aile. seçimlerime kulp takmayacak, iyi de yapsam kötü de yapsam beni terk etmeyecek bir aile.
zor olduğunu biliyorum. hatta inkansız olduğunun farkındayım. dünya bu kadar kötüyken ailemin önyargısız olamayacağının farkındayım. gitmeyi bu yüzden istiyorum işte, gidemeyeceğimi bilsem bile. ama duvarlarla o kadar ağlaşıp durmuşken bu berbat halimle gitmeye kalksam beni kim yanına ister? ve onların önyargısız olup olmadıklarını nerden bilebilirim ki?
duvarlara sesleniyorum; ''elimden birşey gelmiyor dostlarım, aranıza katılmayı beceremiyorum. eğer yapabilirseniz, beni içeri çekmeyi deneyin.''
çok geçmeden aralarına alıyorlar beni.ve ailem dikiliyor karşıma; ailem saygısız, ailem meraklı, ailem acımasız. kaçtığımı söylüyorlar, kızıyorlar bana. tepki veremiyorum onlara. duvarlar tepki veremezler çünkü. duvarlar konuşamaz, duvarlar nefes alamazlar. -''sadece biraz rahat bırakmanızı istemiştim sevgili ailem..''

hesaplaşma

cezalarımızı çekiyoruz her birimiz. pişman oluyor, dönüş yolunu bulamıyoruz. alışkanlıklarımızdan kolay kolay vazgeçemiyoruz. kötü alışkanlıklarımız gözlerimizi kör edip koyuluyorlar işlerine. yıkmak için didinip duruyorlar köprülerimizi.
neden yanıyor canım diye düşündüm bugün çok defa. ne yapmıştım ki ben bu kadar kötü? aklıma neden gelmiyor diye didik didik ettim zihnimi. sonra duraksadım bir an. göz kapaklarımdan içeri birkaç anı süzüldü. önce inanamadım. rüya mıydı? yoksa seni aldatmış mıydım ben? o adam sen değilsen kimdi? neden yapmıştım ki? dahası, sonrasında aklıma gelmeyecek biriyse..neden?
alışkanlıklarımız pişmanlıklarımızı beraberinde getiriyor çoğu zaman. belki haberin olmadı, belki umursamadım, bilemiyorum.. gerçek olan, biz'e yaptığım kötülüğün cezasını çekmiş olmam. meraklanma, artık lanetler yağdırmıyorum sana. ama her şeye rağmen mutluluk da dileyemiyorum, nedensiz..hala yanıyor canım çünkü. bencilliğimden vazgeçemem, söz konusu sen olunca. -affet.

27 Haziran 2009

park aşıkları

şabaha karşıydı. kalktım yine, park aşıklarını karşılamak için düştüm yollara. sitem edecektim onlara. namus dersi vermeye kalkacaktım. ben o adamların altına yatan hatunlardan daha masumdum ya sanki..sanki günler öncesinde aynı parkta usulca sevdiği adamın koynuna sokulan ben değildim..hayat dersi mi verecektim o aşıklara? küfür mü edecektim? ''hey kaltak, haberin yok iki gün sonra kıçına tekmeyi yiyeceksin, o seni becerdiğiyle kalacak.'' mı diyecektim? utanıyordum kendimden. aynalardan kaçıyordum yine. insanlardan kaçıyordum..gerçeklerden kaçıyordum aslında ben. bana gerçek yüzümü gösterecek herkesten ve herşeyden kaçıyordum. o parka uğramadım bir daha. aşıklarla hiç konuşmadım. aylar sonra geri dönmeye çalışan, beni unutamadığını söyleyen senle bile konuşmadım. çok geçti artık. hayatımdan çok şey aldın gittin sen. bari kalanlar işe yarasın, bırak.

ay ışığı

doğruluyormuşum bir anda yatağımdan, gecenin karanlığında. yine seni görüyor, yine soluksuz kalıyormuşum. alelacele tüm terimi yastığa siliyor, ay yine beni bekliyor diye geçiriyormuşum içimden. ay gece hep aynı saatte, aynı rüyayla uyandırıyormuş beni. anında kalkıp balkona çıkıyormuşum. ay'a kendimi gösterip içini rahat ettiriyormuşum. biliyormuşum ki; sen de aynı gecelerde, aynı saattlerde, aynı rüyayla uyanıyormuşsun. benimle aynı anda kendini dışarı atıyor, aynı ay'ı paylaşıyormuşsun. gecenin o saati, ay; evrene inat tüm hareketini kesip duruyormuş bizim için. biz, kimsenin bizi rahatsız etmediği o saatte birbirimizi yaşarken; ay da bizi yaşıyormuş usul usul. o saatlerde tüm evren uykuya gömülmüşken; sen, gerçekliğe dair ne kadar kural varsa hepsini yok sayıp yanımda beliriveriyormuşsun. gecenin karanlığı tüm utangaçlığını alıp götürüyormuş. sadece arzun kalıyormuş yanında. hiç gözlerini kaçırmadan dikkatle süzmeye başlıyormuşsun her noktamı. kendimi hemencecik kollarına bırakmak istiyor, ama bir o kadar da korkuyormuşum. bir anda yaşayıp tüketmek istemeyecek kadar vurgunmuşum sana. yavaşça ellerini hareket ettiriyormuşsun. yavaşça.. önce ellerinle sonra dudaklarınla okşuyormuşsun titreyen dudaklarımı. kulağıma anlamsız şeyler fısıldıyormuşsun; başka bir dildenmişçesine. anlayamadıkça çıldırıyormuşum. anlatmaya çabalamıyor, yavaşça diğer elini de oynatıyormuşsun yerinden. belimden başlayarak yukarılara doğru usulca kaymaya başlıyormuş elin. içim gıcıklanıyor, kendime hakim olabilmem gitgide imkansız bir hal almaya başlıyormuş. şeytana uymak istiyormuşum o gece. masum küçük kız rolümden sıyrılıp, sana minik bir armağan bırakmak istiyormuşum ay ışığında..

26 Haziran 2009

yoldaşıma

uyan! söz ver bana. gömülme içine, sen farklı ol. dostum ol, sevgilim ol, ailem ol. ama uyan artık! sen bana öğüt vermeyen tek kişisin, beni dinlemekten zevk alan tek kişi. bize bunu yapma. uyuduğunu biliyorum. uyumuyor olsan arardın beni. seni tanıyorum ben. yalanı sevmezsin, aldatılmayı sevmezsin. ben azıcık yalancıyım, bazen aldatırım, evet. ama sen beni öyle bir sardın ki, başka birini istemedim hiç. hiç eksik bırakmadın beni. aksine her boşluğumu tamamladın, hatta onardın bile. kanımı kuruttun, akmasın diye. her yerim yaraydı çünkü; kurumasaydı kanım, göçüp gidecektim buralardan. beni hayatta tuttun. beni sana bağımlı yaptın. şimdi uykuya dalma vakti değil yoldaş..uyan!

sıradan

sıradan bir gündü, yine odanın penceresinden gözlerini dışarı dikmiş kararmaya yakın gökyüzüne bakıyordun. azar azar görünmeye başlayan aya bakıp birşeyler mırıldanıyordun kendi kendine. yine hayatını alt üst eden o ikiliyi düşündün; en çok sevdiğini ve en çok canını yakanı. hoş hepsi yakmıştı canını. ama sen canını ilk yakanı unutmak için gözlerini açıp çevrene baktığın sırada görmüştün o'nu. sen çok yaralıydın, o çok yumuşaktı. o'nun sana hiçbir kötülüğü olamazdı ki..senden fazladan hiçbir şey istemeyecek kadar iyi kalpliydi. değil miydi? hep kendini mi kandırmıştın yoksa? sadece işini iyi bilen biri miydi, yoksa gerçekten seni önemsiyor muydu?

sen o'nu istiyordun. zamanında birileri de seni çok istemişlerdi gerçi. ama sen ilgi duymamıştın hiçbirine. kural belliydi çünkü; kaçan kovalanırdı. boşa kürek çekiyordun, kovalayan olduğun sürece hiç şansın yoktu senin.

kimse en çok istediğine erişemedi bu dünyada. biri karşısındakini isterken diğerinin gözü arkasındakine kayıyordu. aslında ikisi de birbiri için yanıp tutuşurken hep başkalarından yardım alarak doymaya çalışmaları aşklarının içine etmekten başka bir işe yaramadı. yüzyıllardır sürelen ''kıskandırma'' dedikleri olay kişileri kıskandırmaya yettiyse bile hiçbir zaman aşklarını ''yok'' etmekten daha iyi bir sonuca ulaşamadı. çünkü insanların göz önüne almadığı, unuttukları ve aslında varlığını da yok saymak istedikleri bir gerçek vardı; insanlar ''gururlu'' yaratıklardı. ve gurur, en büyük aşkı bile tehdit edebilecek kadar güçlü bir silahtı.

..

söndür ışıkları.yanına geleceğim. o kadar utanıyorum ki senden, ışıkları söndürmen gerek. hem yalnız gelmek istiyorum. siyah saçlı kız kayboluyor karanlıkta. o kadar güzel ki, onu çok kıskanıyorum senden. uzak durmalı bizden.

siyah saçlı kız, elimden aldı herşeyi. çok şey çaldı benden, çok kanattı ellerimi. o kadar güçlü ki, her defasında itti beni karanlık kuyusuna. bana hiç acımadı. kimselere duyuramadım sesimi.

kaltak, gözüne kestirdi seni de. seni de elimden almazsa rahat edemeyecek. karşıma geçip sokuluyor sana. o kadar usta ki oyununda, farkına bile varmıyorsun kucağındakinin ben olmadığıma. haykırıyorum ''kanma ona!'' diye, ''ne olur aç gözlerini!''. ama sağır etmiş seni, öncekilerde de yaptığı gibi. duyuramıyorum sesimi. elimden kayıp gidiyorsun..

21 Haziran 2009

başkası

başkasına baktım dün.başkasına dokundum ellerimle. başkasını yaşamaya çalıştım. seninle paylaştığım ne varsa başkasıyla da paylaşabilirdim. başkasıyla da gülümseyebilirdim. denedim. seni aklıma getirmemek için savaşıp durdum kendimle. nefes almaya korktum başkasının yanındayken. başkasının kokusu midemi bulandırıyordu çünkü. ufacık bir an seni düşünsem boğazımdaki yumrulara ve zor tuttuğum gözyaşlarıma engel olamayacağımdan korkuyordum başkasının yanında. eğer ağlarsam kendime verdiğim onca sözü denize atmış olacaktım. ama kör olmuştu bir kere gözlerim. ne kadar kayıp verecek olsam da umursamıyordum. gözüm karaydı. kendimi derin bir nefes çekmek için hazırladım. tekrar ellerimle dokundum başkasına. korkuyordum çokça. ve kokunu ciğerlerime çekmeyi umarak derin bir nefes aldım yine başkasının yanında. nasıl anlatırım hasretimi? ne desem? ne yapsam? öleceğimi mi sandım? kokunu bir daha alamamaktansa ölmek daha iyi değil miydi? o kadar güçsüz bırakmıştın ki beni..nefes alamıyor,konuşamıyor, düşünemiyor olmuştum. ''başkaları''ndan oluşan bir hayatım vardı artık. yarı canlı yaşam mücadelesi verecektim. girdiğim her ortamdan gizlice yok olmak isteyecektim. çok defa otobüse atlayıp evinin önüne gelecek, kapıların kapalı olduğu o balkona bakacaktım. evin içini gözlerimde canlandırıp beni içeri daver etmeni bekleyecektim. başkalarının yanında hep anılarımızdan bahsedecektim. her lafımın sonu sana geliyordu çünkü. insanlar benden sıkılacak, beni hayatlarından çıkarmak isteyeceklerdi. ama hiçbiri bir halt bilmiyordu işte. hiçbirinin karşısına adını haykırmak isteyeceği biri çıkmamış, hiçbiri akıttığım gözyaşlarımın sonsuzda birini akıtmamıştı. hiçbiri hissetmeyi öğrenmemişti. hiçbiri kendi olamamıştı yaşarken. hepsi birbirinin taklidiydi.

bense kendime özgü yaşadım hep. kimseden ilham(!) almadan, sadece hislerimin beni yönlendirmesine izin verdim. insan doğasına ait her duyguyu tatmaya çalıştım. ''hiçkimseler''in yadırgamalarına kulaklarımı tıkayıp kendi yolumu çizdim. o hiçkimseler çok defa bomboş hayatlarıyla benim hayal kırıklıklarıyla da olsa dolu dolu olan hayatımı kıyaslamaya çalıştılar. hepsini susturdum ben. anılarımdan asla vazgeçmeyerek devam ettim yoluma. hala ağlıyorum belki. belki geçmişimi geri istiyor, küçük bir çocuk gibi mızmızlanıp ''hani ağlamak en büyük silahtı?'' diye sayıklıyorum. gözyaşlarıma dayanamayıp geçmişimin bana geri dönmesini bekliyorum. hala bir karış suda çırpınıp duruyor, geçmişin beni bıraktığını kabullenemiyorum. ''o kadar güzeldi ki'' diyorum kendi kendime her defasında. ama yapacak bir şeyim kalmadı artık. bütün ''son koz''larımı tükettim ben. artık ''akışına bırakmak''tan başka çarem kalmadı sanırım. akışına bırakıyorum hayatımı, bir müddet nefes alamama pahasına da olsa..

20 Haziran 2009

aynalar

inanmadın bu dünyaya sen. gerçek olduğunu hiç düşünmedin. hep ''herşey yalan'' yalanıyla yönettin kendini. kendi doğruların bile olmadı senin. herşey gibi sen de yalandın çünkü. ne zor zamanlar gördün sen. ne insanlar tanıdın. her birine kendini tanıtmak için çabaladın durdun. tanıyamadılar seni..oysa ki farklı karakterlere sahip olduğunu düşünmüştün her birinin, olaylara verdikleri tepkiler farklı farklı olur sanmıştın. insanların aynı olmadığını düşünürdün çünkü her zaman. ama her tepkinin sonu seni aynı kuyuya sürükledi. kimileri çekti gitti hayatından, kimilerini sen bıraktın. çok lanet okudun onlara. kimisi üzüldü haline, kimisi umursamadı, kiminin bencillikte üstüne yoktu, kimiyse maskeli bir hiçlikti. çok kapıldın gittin sen, çok şey bekledin hep. her şeyden ders çıkarmaya karar verdin sonunda. bir daha ateşe atlamaman için temkin şarttı çünkü. ama ne dinlerdin ya dersleri de..sen kendine yol göstermeyi bile başaramadın. başkalarını takip ettin durdun hep. kayboldun sokaklarda. seni sürükleyenler kaçırdılar gözlerini teker teker. gözlerini dikmeye utandın sen de üzerlerine, hiçbir zaman kesişemedin onlarla. teğet geçti bütün hayatın. mutluluğu ıskaladın hep. pişmanlıkların zihnini kemirip durdu. bir adım önde başlasaydın, azıcık acele etseydin; mutsuzluk yerine mutluluğu tadardın belki. hayal kırıklıklarınla evcilik oynamaya kalkmaz, gözyaşlarını hapsedebilirdin belki..gülücüklerin süslerdi belki hayatını..

gözlerini kısıp uzaklara bakıyorsun şimdi. çok uzakta kalan umutlarınla avunuyor, hayaller kuruyorsun. kendini serbet bırakıyorsun, daha da tutsak olduğunu bilsen bile. gidenlerin pişman olduklarını ve geri dönmeye çabaladıklarını görüyorsun bulutlarda. bir tek bulutlar umursuyorlar çünkü seni. yeni dostların belliyorsun onları. onlar hiç çekip gitmiyorlar çünkü. hep gökyüzünden zihnine kayıveriyorlar. kaybetmekten korkan bir paranoyak olma yolundayken, önemsediğin bir şeylerin seni asla bırakmadığını görmekse yavaş yavaş iyileşmeni saglıyor. yüzündeki tebessüme bir ayna tutuyorsun; mutluluğunu kendine kanıtlamak istermişçesine. içten içe daha da gülüyorsun. artık en azından aynalardan kaçmıyorsun...